gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Çiğ...

13 Mayıs 2015, 05.54
A- A+
 

          Yabancıydım ve her yabancı gibi yalnızdım bu dünyada. Ve elbette ki sürüye, o içinden hiçbir zaman çıkamayacağım sürüye dahildim. Çoğunluğun formu azınlığın anormalitesinin nedeniydi malum, belki biraz böyle bir aykırılık vardı bende. Bebek saflığındaydım aslında, küçük bir çocuğun dışavurumlarının telaşesizliğinde, insan yavrusu dürüstlüğündeydi tepkilerim. Esasen bütün insanların böyle olması gerekmiyor muydu? Büyürken kendilerine maskeler imal ediyor, hesap-kitap öğreniyor ve hepsi koca koca Houdiniler oluyorlardı. Sonra; o kadar illüzyonun, o kadar sahteliğin içerisinde kaybediyorlardı masumiyetlerini. Şapkadan tavşan çıkarmayı bırak, şapkanın içindeki mucize tavşan sanıyorlardı kendilerini. Hepsi en iyiydi, en ahlaklı, en erdemli, en olması gereken, en "olmuş" olan...


         Çiğ tavuğun şinitzele evrilmesi, eğer bir insanın olmuşluğuysa, topumuz bildiğin çiğ tavuktuk. Kendi pişmemişliğini, terbiye edilmemişliğini görmezden gelip şinitzel tarifi verecek kadar pişkin olan mucize tavşan takımından olanlar da en zavallı olanlardı zannederim. Ne sanıyorlardı ki, tek bir hakim vardı ve O da yukarıdan bize bakıyordu. İnsanın pik noktası veya menzili, sadece O'nun sınırını tayin ettiği bir yükseklikte olabilirdi ancak, 1cm yukarısında değil... Bizler Kafka'nın Bay Samsalarıydık, dönüşmüş böceklerdik. Yine de, nafileliğini bile bile, ben de kendimi leziz bir şinitzel olmak üzere terbiyelemeye çalışıyordum, biraz kekik, biraz pul biber... Pek verim alamıyordum bu terbiyeleme çabalarımdan, arızalarımı görüyor ama evcilleştiremiyordum. Belki biraz fazla idealisttim, bilemiyorum... Her ne kadar kendimden şikayetlensem de, kendini şinitzel sanan, dile gelmiş çiğ tavuklardan evlaydım bana göre. Neticede; ister çiğ, ister pişmiş olalım, hepimizin birer lokma olduğunu görmemek gibi akli bir körlüğe düşmemiş, mucize tavşanlığa soyunmamıştım.


         Dünyaya insan olarak gelmek şanstı tabii. Bize verilmiş olan bu şans, dünyada bizden gayrı var olan her şey için şanssızlıktı ama galiba. Biz evrimini tamamlamış olan insanoğluyduk, her şey bizim hizmetimiz ve rahatımız içindi. Sahi biz evrimimizi tamamlamış mıydık? Dünyada artık hiçbir şeye evrilmeyecek olan canlılar yaşıyordu, bana kalırsa tamamlanmış olan onlardı. Düşünüyorum da; Layka, o uzay aracına sığacak kiloda ve fiziki yapıda bir köpekcik olmamış olsaydı belki daha uzun bir ömrün sahibi olacaktı. Tek derdi yiyecek bir şeyler bulmak olan Laykacık sokakta avare avare pati aşındırırken, bir anda kendini insanlığa adamış -adandırılmış- dünyanın en bi' meşhur köpeği olarak buluvermişti. Birincil varlıktık ya hani biz; insanlığın geleceği için bütün yollar mübahtı. Bizlere kim demişti ki "yangında ilk kurtarılacak varlığın insan olduğunu"?


         İnsanlar, soyu tükenmek üzere olan cins papağanları pet şişelere tıkıştırıp ülke dışına kaçırıyorlardı yaşadığımız günlerde. Ne dahilik ama!! Bu haberi duyduğumda; failleri, kendi boylarına uygun devasa pet şişelere koyup Everest'ten yuvarlamak istemiştim. Yuvarlana yuvarlana, sağa sola çarpa çarpa o pet şişelerin içerisinde parçalanabilirlerdi. Böbrekleri dalaklarına, ciğerleri kalp damarlarına karışır, artık yuvarlanacakları yer kalmadığında; doku, pıhtı ve kandan oluşan iğrenç bir ifrazat, bir yarısıvı olarak bu ölümcül yolculuklarını tamamlar, dolu ve mamül ürünlere dönüşerek cezalarını bulabilirlerdi pekala. Bu insanların ölmelerini, hem de böyle feci bir senaryo dahilinde ölmelerini can-ı gönülden istiyor ve bunun olabilmesi halinde zerrece rahatsızlık duymayacağımı adım gibi biliyordum. Nesnelere bile empati yapabilen ben, kılım kıpırdamadan, hatta büyük bir zevkle bu insanımsıların katl senaryolarını yazabiliyordum. Kötüydüm!! -Sahiden ben miydim kötü olan?- Bizden gayrı canlıları bırak, biz kendi cinsimizi öldürüyorduk sinekler gibi, başka cinse empati yapmak bile lükstü esasında. Evrimini tamamlamış insan(!) Olamamıştık, olamamıştım!


         Ve hiçbir zaman da olmayacaktım. Bu dünyadaki misyonumu bilmiyordum, "insan denen varlık büyük ve ulvi bir projenin parçası olabilir" diye düşünüyordum. Ulviyete dayandırmam da; bu çelişki yumağı olan, adına "insan" denen varoluşa ve dünyaya katlanabilme eşiğimi yükseltme istediğime dair bir olumlama, bir savunma mekanizmasıydı sanıyorum. Aklıma en yakın gelen hikaye buydu. Ama şuna emindim; benden beklenen tek şey; bu dünyaya en az zararı vererek ve kimseyi rahatsız etmeden yaşamımı tamamlamam. Kafka'nın böceğinden bile daha silikçe, Özdür'ün tariflediği kaplumbağa sakinliğinde...


                                                           ----------------------------------------

* Özdür'e bir teşekkür. Hem yazısı, hem yorumları sonucu benden de böyle bir yazı çıktı. 
* Elbette ermişlere ve olmuşlara da bir teşekkür, doğrudan doğru çıktığı gibi, eğriden de doğru çıkar. İkisi de görüşü netleştirir neticede.



YORUMLAR

13 Mayıs 2015, 12.12
Zaman zaman aklıma gelen fikirlerin özü gibi sanki.Ama ben asla bu kadar güzel ve kusursuz ifade edemezdim.Bu güzel yazınız için sizi kutluyorum .Sevgiler.
13 Mayıs 2015, 21.31
"Sürü" kimlerden oluşur ve o sürüye dahil olmak veya ayrılmak için şartlar nelerdir? Sürüyü sürü yapan özellikler nelerdir? Olmuş kimlere denir, neler olmamıştır vs vs vs. (burası beni ilgilendiren bir "sayıklama" aşamasında)
Tarih bilgimin elverdiği kadarıyla, düşünüyorum ki; tarihteki en zararsız insan ırkı hangisidir/hangileridir, acaba Çeklerden yüksek mercideki bir yönetici kendini o sürüden ayrı tutmuş mudur, sıradan bir Arnavut kendini kaçınılmaz bir şekilde sürüden varsaymış mıdır. Mesela A.Hitler, tarih onu iyi veya kötü anarken, O, yaşadığı ve yönetimde olduğu zamanlarda sürüden kurtulmak için elinden geleni yapmış mıdır gibi düşünceler peyda oldu. Olmuş-olmamış kısmı sadece iyi ve kötüyü ilgilendiriyorsa, Hitler o zaman "olmamış" olan mıydı, babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi.
Ya sen, herhangi bir ırktan/kitleden ayrı tutularak değerlendirilecek olduğunda, bir birey olarak o dahil olduğun/dahil olmak zorunda olduğun sürüden kendini "ne" olarak ayrı tuttun, farkındalığının/bağımsızlığının farkına nasıl vardın... Aynı soruyu sana da sormam gerekecekti...
Sürünün en belirgin özelliği, yazıdan bağımsız düşünecek olursam, farkında olmamak "aynı" olmaktır. Yoksa sen de farkındalığını bulmuş ve belki bunu ilan etmek üzere olan ayrık bir ot musun, ne ala..
Yangında ilk, insanların kurtarılacağını ilk kim söylemişti sahi? Cevabı bulmak zor değil ne acı ki; her şeyden habersiz küçük bir çocuğun sorusuydu bu, ne kadar da masum görünürler sorarken.. O kararı da zaten netice olarak, çocukluk döneminden sonra o tatlı masum saflığını atlatıp bencillik duygularına erişen yetişkin bir "insan" vermedi mi.
Mesela; bi maymundan ayırt edici özelliğim ne benim, neden benden önce bir ördek kurtarılmasın, koyun önde ben arkada olmaz mı koyunun suçu ne?...
Sonuç olarak, sanırım sürüden ayrılmak için fiziken de bunu göstermek/kanıtlamak gerekiyor. Kalabalık azalıp dağılacak ve kurt(sistem) şaşıracak ve etkisi kesinlikle azalacak... Ayrık bir ot olarak da önceliği doğanın kurallarına bırakmış olacağız...

Not: "Ne sanıyorlardı ki, tek bir hakim vardı ve O da yukarıdan bize bakıyordu. İnsanın pik noktası veya menzili, sadece O'nun sınırını tayin ettiği bir yükseklikte olabilirdi ancak, 1cm yukarısında değil..."
Bu kısım hoşuma gitmedi. Yazıya halel getiren düşünce/fikirlerden biridir. Çiğ tavuk benzetmesi iyi bir içe dönüş haliydi, Kafka ile bitmiş olması ise asalet dolu bir derinlik barındırıyor. 
Çok hoş bir sürprizdi Cezbe, bir teşekkür de benden gelsin..

14 Mayıs 2015, 04.57

         Perperika; teşekkürler yorumunuz ve güzel sözleriniz için.

         Ahh Özdür ahh yoruyosun beni :) Yazıyla konuşmuşsun, içinden konuşsaydın diyaloğunuza dahil olmak, aranıza girmek zorunda kalmayacaktım ve hatta ufak çaplı bir yazı da yazmayacaktım sana cevaben :) Teşekkür ederim güzel yorumuna ve fakattttttt; 

           Elbette ki yazıda söz ettiğim 'sürü' tüm insanoğlunun dahil olduğu bir popülasyonu işaret ediyor. Bu durumda hiçbirimizin başka şansı yoktur dahil olmaktan başka. Ha bazılarımız bunun farkındadır yani başka bir şansımızın olmadığının, bazılarımız da sürü tabirinin asli bireyleri gibi me'leyerek farkında olmadan yaşar ve ölür. Ben birey olarak ancak "farkında olanlar" sınıfına dahil olmak gibi bi ayırt ediciliğin mensubu olabilirim. Bundan gayrı bir farkım yoktur diğer sürü bireylerinden. Yani farkındalık sürüye dahil olmama sebebi olamaz. 


         Peki neden olamaz? Çünkü: İnsanlar sınırlı yaratılmış varlıklardır bana göre. Neden insan, beyninin ancak %10'unu kullanabiliyor bir düşün. Neden insanın içinde ahlak ve ahlaksızlık birlikte kol geziyor, neden geliştikçe dibe batıyoruz? Sana daha bir yığın "neden' diye başlayan soru sorabilirim. Zaten olmamışlık üzerine inşa edilmiş varlıklar değil miyiz? Biz ne kadar tırmalarsak tırmalayalım varoluşumuzdan gelen bu handikapları aşamıyoruz ve aşamayacağız da... Bence konu bu kadar net, ha tabii isteyen istediği rüyayı görmekte özgür. Realizm rüya görmez ama... görse de onun bir rüya olduğunun bilincindedir. Hikayeci ütopyacılar Houdini'nin mucize tavşancıkları olmaktan öteye gidemezler maalesef, hani keşke mümkün olabilse istedikleri...  İnsanoğlu bu defa olmamıştır ve bu formda yaratılan insanın, bu haliyle 'olabilecek' olması da imkansızdır. Bu gayet ortadayken "ben mucize tavşanım" diyen de sahtekar bir illüzyonisttir haliyle. 


         "Tek bir hakim vardı ve O da yukarıdan bize bakıyordu" Bu cümle ve devamı yazının özü ve ana temasıdır Özdür düşündüğünün tam aksine. Çünkü savunduğum yaradılışımızda bir sakatlık olduğudur zaten. İşte bu yüzden O'nun istediği ve sınırladığı bir mesafeden 1cm dahi yukarıya çıkamayacak olduğumuzu düşünmem. Elbette çabalıyoruz kendimizi terbiyelemeye, hani bazımız daha insan, bazımız insanımsı filan.. Amma ve lakin limitimiz O'nun istediği yerde stop ediyor. Bu yüzden insanın ulvi bir proje olduğunu düşünüyorum, daha iyiye evrilebilecek daha olmuş bir tür için belki ama bu varoluşumuzla değil kesinlikle. İşin inanç boyutuna çok girmek istemiyorum bu platformda malum nedenlerden ötürü. Kişisel fikrim; inancın, bu çelişki yumağı çıkmaz sokakta insanın aklını koruyabilmesi için belki de yegane yol olduğudur. Problemin nedenini ve problemin olası çözümünü aynı hedefte göstermem büyük çelişki gibi görünüyor olabilir. Ama yazıda dediğim gibi; akla uygun gelen tek hikayem de budur.




         

         

          
18 Mayıs 2015, 10.09


Tekrardan merhaba. Bu yazıya başka bir yorum yapmayacaktım ta ki
Doğa’nın "İşte O Gün Her Şey Sıfırdan Başlayacak"
 yazısını görene kadar. Yani yazamadım değil yazmadım.

Çünkü kült bir yazı için getirdiğim eleştiriyi "kült" olmaktan çıkartıp
altını bir şekilde doldurmak gerekiyordu ki en azından bir karşılaştırma 
yaptırtacak o fırsatı yakaladım. Doğa’ya teşekkür madem. 

Ayrıca, dini bakışım mı kült, yoksa yorumum mu, nasıl bi' kült :)) (Bu "kült" sözcüğü, bildiğin gibi günlük kullanımda anlam itibariyle değişmektedir...)


Cezbe, o yazıdaki yorumundan da bir tutam katalım.

Doğa’ya demişsin ki haklı sebeplerine dayanarak bu yazı “bakış
açısı” içermiyor. Evet öyle; yazıya bakarken

“düşünmek” dediğini görünce okumaya başladım ancak ortalarında “düşünme eylemi" özelliğini yitirip sıkı sıkıya bir temellendirme-eylemsizliğe ihtiyaç duymuştu. Kendini düşünce olarak sınırlayan ve sabitleyen, “sorgulamak” diyen ancak tersini kanıtlayan ve ayrıca öznellik
içermediği gibi kafamıza dan dan vuran kaba-taslak bir yazıyı gerçek anlamda okumayı
bıraktım. 
Yazının eleştirilecek çok yanı var zaten.

Senin yazına gelince Cezbe, sohbetimizde de söylediğim gibi
sınırlandırma istemeyen içe/öze dönük bir yazıydı ve öyle kalması gerekiyordu bence. 
İçerik olarak eylemsizlik özeği(fizik bilgisi havası) barındırmayan yazıda atraksiyon bol miktarda bulunmakta. Müthiş bir içe dönme hali mevcut ancak yer yer önüne duvar(dinsel-tanrısal inançlar) koymuşsun, sanki kendini olumlarken de tereddüt etmişsin gibi ki etmişsin. Dinsel veya tanrısal bir anlam çıkartmak bu yazının içeriğine uymamış, belki de senin bu yazıdaki özünü/farkındalığını gözümde çok büyütüyorumdur. :)


Sohbetimizde de tersini savunurken bu “öyle” bir yazı desen de bu
öyle bir yazı değil. Dini terimleri bolca tasarruf eden bir yazı yazmış olsaydın
mesela temellendirmeni anlayabilirdim. Ama öyle değil. Neyse, dediğim gibi ben çok büyütmüşümdür; olabilir...


Haddimi aşarak Hamlet'i birkaç cümleyle özetleyeceğim: "Şüphe değil, kesinliktir insanı delirten," , "Ah, söyle bana! Nasıl unutulur düşünmek?"


18 Mayıs 2015, 19.42

         Vallahi Özdür nasıl bir kaos oldu bu yazı dizisi bilemedim ben. Herkes olması gerekmeyen yerde cevap veriyor, yorum yapıyor filan. Kült diyek tabir ettiğim; hani çiçek çocuk felsefesine gelen kemikleşmiş yorumdur, hani din ve antikomünist söylem. Yani Mirza'nın yorumu. Tam anlayamadım üzerine mi alındın, yoksa başka bi şeyden mi söz ettin. Kafa karışıklığı sende mi bende mi bilemedim :) Doğa'nın yazısıyla ilgili eleştirin de olduğu için sanıyorum hani bi karşılaştırma yapıp kafamı netleştirdim diyosun. 


         Yazımı okudum, sonra senin ilk yorumunu tekrar okudum. Biz seninle bu yazıyla ilgili sohbet etmedik. Sadece yorum yaptığını söyledin, ben de şöyle bi bakıp yanlış anlamışsın gibi bi şey söyledim, hepsi o. İlk yorumunda açıkçası düzgün bi okuma yapmamış olduğunu düşünmüştüm, bu yüzden cevap verip netleştirdim. Ama şimdi yine aynı şeyi yazmışsın. Nerede takıldığını çözemiyorum ben. İnanca bağlanan bir yazı dini argümanlar içermek zorundadır diye bir kaide mi var? Ben dinden söz etmiyorum ki. Benim bağladım nokta nedir; insanların bir proje olduğu. Bu söylemde bir din var mı bilmiyorum. Ben sorgulayarak inanmayı seçmiş bir insanım, Allah inancından söz ediyorum. Varoluşumu sorgularken bu dünyada olup biten berbatlıkları cennet vaadine bağlayamam, ki bağlamadım da... Dine dayalı bir yazı olsa Doğa'nın yazısı gibi bir şey çıkardı.


          "Önüne dinsel-tanrısal duvarlar koymuşsun" demişsin. Duvar tabirini anlayamadım. Sınırlandırma istemeyen bir yazı demişsin. Bunu da pek anlamadım. İnsan denen varlığın olmuş olma konusundaki sınırlılığını anlatıyorum kendi penceremden. Bu sınırın da yaradılışımızdaki eksiklikten olduğundan söz ediyorum. Duvar koymak mı? Bilakis bir cennet eşitlemesi yapmak yerine, aklıma yatanı yazmışım. Bazı insan sorgulamadan inanır, bazısı isyan eder reddeder, benim gibi bazıları da akıl doğrulaması yapmak ister. Bu benim kendi tercihimdir. Sen neye inanıyorsun bilmiyorum, bu yüzden bi dayatmaya girmişsin sanki. Hani yazının özü budur, böyle devam etmemek zorunda filan gibi. Bana daha net şeylerle gelirsen daha net cevaplar verebilirim burada pek konuşmak istemediğim konular olsa bile. Ama dediğim gibi ne sorduğunu, neyi uygun bulmadığını çözemediğimden olasılıklar üzerinden cevap veriyorum sana şu an. 


         Hamlet alıntın niye haddini aşmak olsun. Yalnız şunu söyleyeyim; alıntı yapmak bir fikri, bir yazıyı zenginleştirebilir, fakat hele hele felsefede bir cümlenin işaret ettiği fikir, parçadaki doğruyu gösterdiği gibi, bir başka terazide tarttığında tamamen yanlışa da işaret edebilir. Bu yüzden pek başvurmak istemediğim bir yol kendi adıma. Hani diyeceksin ki; sen de Kafka'yı ağzından düşürmezsin. Evet :) Ama işte yerli yerinde olduğunda diyelim bir kitaptan yaptığın alıntı o konuyla ilgili olarak cuk oturur. Böyle zamanlarda tercih ederim. Kesinliğin insanı delirttiği durumlar elbette vardır, sanıyorum bunu dine bir gönderme olarak yazdın. Düşünmeden inanmanın yanlışlığını dile getirmek için. Hayatın içinde bu cümleyi her manada olumlayamazsın bana ama. Neyse velhasıl pek sevmiyorum düşünceyi alıntı şarkı sözü, alıntı aforizmalara dayandırmayı filan. Hakkını vereceksen amenna tabii...


 
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın