gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

ÖLÜM ÇİÇEĞİ 4. Bölüm

12 Haziran 2025, 12.13
A- A+

Kapı zillerini defalarca kez çaldı. Her biri, duvarlara çarpıp geriye dönemeyen bir yardım çığlığı gibiydi. Komşular duymamış gibi yaptı. Üst kattaki kadın, sesin sahibini tanımasına rağmen hep duymazdan geldi, müziğin sesini daha çok açtı. Alt kattaki yaşlı adam, haber spikerinin dudaklarında yitip giden cümlelere gömüldü. Herkes kendi sessizliğinin kuyusuna inip orada kımıldamadan bekledi.

Kadın en sonunda pes etti. Artık kimsenin kapısını çalmıyordu. Her vazgeçiş, içindeki ölüm çiçeğinin çatlamış toprağına su verdiği sessiz bir gözyaşı damlasıydı.

Bir zamanlar gençti. Saçları yumuşak dalgalarla omuzlarından aşağı usulca süzülür, sesi sabah rüzgârı gibi nazik bir tınıyla yayılırdı. Yeni taşındığında, karşılaştığı herkese “iyi günler” diyen o narin gülümsemesiyle birlikte, gözlerinde ışıldayan o ince pırıltı da zamanla soldu. Pazara indiğinde, yüzündeki morluk utangaç bir leke gibi görünüyordu. Kimse sormadı. Tezgâhtar, torbayı uzatırken göz temasından kaçındı. Morluk geçti, ama yerini başka bir iz aldı. Ardından bir başkası… Her biri bir öncekini örttü, her biri bir öncekini unutturdu.

Ne bir yardım eli uzandı ne biri durdurup ne olduğunu sordu.

Çığlıklar arttığında, polis birkaç kez uğradı. Kadının adamın arkasına saklanışındaki korkuyu görüp, “aile içi mesele” etiketiyle kapattılar. Komşu kadın, “ama adam da biraz sinirlidir,” deyip çayına döndü. Kardeşi bir kez aradı, “dayan” dedi. “Boşanmak kolay değil.” Kadınsa, sessizliği seçti. Çığlıklarını içine akıtarak çiçeğini suladı ve içinde büyüttü.

Perdeleri hep biraz aralık bıraktı. “Görün beni!” diyordu. Ama görünmedi. Hiç kimse o yöne bakmadı.

Ve çiçek, karanlıkta sulandı. Dayakla, sessizlikle, duyarsızlıkla...
Her “ben karışmam” bir damla daha ekledi toprağına.
Her “ama kocandır” sözüyle biraz daha serpildi kökü.
Her “görmezden gelmek en iyisi” kararıyla bir filiz daha attı.
Ve herkesin üzerine düşen sus payı, yaprak yaprak büyüttü onu.

Apartmanın merdiven boşluğunda, hâlâ yıllar önce düşürdüğü o kırmızı bebek patiğinin toza bulanmış izleri duruyordu. Bir zamanlar minicik bir hayatın gelişine dair müjdeyken o patik, şimdi sessiz bir ağıttı. Kimse eğilip almadı. Kimse “bu kimin?” demedi. Zaten kimse kadının hamile olduğunu da hatırlamıyordu. O kadar görünmezdi ki, içinde taşıdığı can bile görünmeden büyüyüp sessizce yok oldu.

O bebek hiç ağlamadı. Ama kadın, her gece onun hayalini kucağında tutar gibi uyanıyordu. Bir zamanlar içini titreten o minik kıpırtı, şimdi karnında derin bir boşluğa dönüşmüştü.

Her şeyin son raddesine ulaştığı o sabah, banyodaki soğuk fayansın üzerinde acıdan kıvranırken, tekmeleyen adam, ayakucunda sigarasını tüttürüyordu. “Bir şey yok,” demişti adam. “Kadın milleti abartır.” dediğinde, artık abartılacak bir acı kalmamıştı.

Zaman geçti, yardım istemeyen, çünkü kimsenin duymayacağını bilen birinin suskunluğuyla. Kimse çocuğu sormadı. Komşular hâlâ merdiven başlarında “Ne zaman çocuk yapacaksınız?” diye soruyordu. Kadın sadece bakıyordu. Yorgun, silik, kırık bir bakışla… Çünkü cevaplar, çoktan anlamını yitirmişti.

Mahkemede hâkim yüksek sesle sordu: “Neden öldürdünüz?”

Kadın cevap vermedi. Başını eğdi, usulca eline baktı. Elinde hâlâ kurumuş bir kırmızı leke vardı. Onunki değildi yalnızca. Karnında erkenden koparılmış bir gülün kırmızı iziydi o.

Ve her “neden?” sorusunda, “neredeydiniz?” sorusu yankılandı kadının zihninde. Çünkü o çocuğu kimse duymamıştı. Çünkü o minik çiçeği kimse önemsememişti.

Ama herkes sonunda büyüdüğünü gördü. Karanlıkta, loş köşelerde serpildi. Ve gün geldi, kadının ellerinde açtı: Zehirli, kırmızı, kanlı bir çiçek.

Kopan yaprakların sesi, tanıklık eden duvarlara çarpa çarpa mahkeme salonunun her köşesine yayıldı.

Artık mahkemede kimse göz teması kurmuyordu. Yüksek sesle suçlama okunurken, ön sıradaki kadın başını öne eğdi. O da bir zamanlar aynı apartmandaydı. O da çığlıkları duymuştu. Belki… Belki o zaman...

Ve artık yüzünde; ruhuyla çoktan vedalaşmış bir kadının, cevap bekleyen ifadesi vardı. Dudaklarında ise bütün cevapsızlıkların suskunluğu...

Hâkim karar verdiğinde, salonda derin bir sessizlik oldu.

O sessizlikte, asıl sorulması gereken soru onlarca kez yankılandı. Kimsenin yüksek sesle sormaya cesaret edemediği, ama onun bakışlarında haykıran bir soru:

“Çiçeği kim büyüttü?”

O gün, o gece, o bıçak...

Yıllarca süren ihmallerle beslenen, gözyaşlarıyla filizlenen o ölüm çiçeği nihayet kanla çiçek açtı.

Kadın, yalnızca adama değil, toplumun kayıtsızlığına da sapladı o bıçağı.

Ve sonunda kan, her görenin, her kulak tıkayanın eline bulaştı.

Çünkü suç, yalnızca bıçağı tutan elde değil, görmezden gelen her gözde, duymak istemeyen her kulakta, dilsizleşen her dilde, duyarsızlaşan her vicdandaydı.



Meiko Kaji - “No Yume Wa Yoru"

YORUMLAR


Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir

Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın