gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Tanrıların Marabaları :)

20 Ağustos 2015, 10.16
A- A+
 

Delilikle dahilik arasında çok ince bir çizgi olduğu bilinir. Bunun gözlemsel kanıtları olduğu gibi, bilimsel kanıtları da varmış. “Dünyaca meşhur yaratıcı zeka sahibi bazı müzisyenlerin, filozofların hayatlarının bir noktasında delirdiğini ve bunun da yaratıcı zekanın getirdiği akıl hastalığına meyilli gen varyantlarıyla alakalandırıldığını” söylüyor kaynaklar. Detaylandırıp sıkıcı olacak değilim, merak eden okuyup öğrensin. 

 

Deha olmanın düsturu, elbette söylenmemiş bir şeyi söylemek, daha önce hiç görülmemiş bir vakayı gün yüzüne çıkarmak, dünyada hiç rastlanmamış bir şeyi vücuda getirmektir. Fakat söylemle alakalı kısmını dehalar yapabildiği gibi, deliler de pek rahat başarırlar. Bu yüzden, ben delileri de can kulağıyla dinlerim :) Her zaman delilere gereken önemin verilmesi taraftarıyım :) Neticede; benim için söylemin veya eylemin sıradan olmaması ilgimi çekmesi için yeterlidir. Onların söylevlerine genel olarak yakıştırılan sıfat “beyin suyuna çorba kıvamı” bile olsa, tabirin içinde geçen “beyin” kelimesi düşünsel bir aktiviteye işaret ettiği için ilgime haiz olacaktır illa ki :) Nihayetinde “normallik ve sıradanlıktan daha sıkıcı hiçbir şey yoktur” diye düşünüyorum.

 

Zaten sonuçta “normal” diye tabir edilen şey çoğunluğun benimsediği bir durumdur. Ama çoğunluğun bugün doğrusunun, yarın için de mutlak doğruyu gösterdiği gibi bir çıkarsama yapmak yanıltıcı olur sanıyorum. İleride, azınlığın anormalitesinin doğru olduğu gerçeğiyle de karşılaşabilme ve artık onu normal sayma olasılığımız kuvvetle muhtemel çünkü.

 

 Filozofların, bilim adamlarının, bir zaman söylediği şeylere istinaden şarlatan veya deli ilan edilmesi ama zaman içerisinde söylediklerinin gerçekliğinin bilim ve felsefede kabul görmesi bu yüzden değil midir, bir paranoid şizofrenin hezeyanının ileride bilimsel olarak ıspatlanmış bir gerçek haline gelemeyeceğini bana kim söyleyebilir? Belki Pisagor’dan, Galileo’den önce biri çıkıp "dünya yuvarlaktır" demiş ve bu yüzden de delilik payesiyle şereflendirilmiştir. İşte tam da bu değişkenlik yüzünden, bilim dediğimiz şey tek başına bir şey ifade edemiyor, özellikle insan aklının ve bilginin yetmediği konularda.

 

Bilgi ve aklı göklere mi çıkarıyoruz, ancak güncelde bilebildiğimiz kadarız, hepsi o… Plüton gezegeninin tescilli bir gezegen olduğu gerçeği, aniden ortaya çıkan bir Eris keşfiyle tepetaklak olma noktasına gelip -sonra direkten dönmüş olsa da- aklımıza bir “acaba” yerleştirmiyor mu? Daha düne kadar şifa olsun diye lüp’lettiğimiz x ilacın, bilimin ilerlemesiyle esasında zararlı olduğu tespiti, benim şahsen bilime şüpheyle yaklaşmama yeterli oluyor. Bu yüzden sırtımı bilime asla dönmesem de, ilmin ne denli önemli olduğuna bir kez daha inanıyorum.

 

Saraçoğlu’nu bilirsiniz. İlim ve bilimin beraber yürümesi, ikisine de aynı oranda değer verilmesi gereğini çokça dillendirir. İlmin önemine vurgu yapan çok güzel bir örneğini dinlemiştim. Bal arılarının kovanına giren bir eşek arısı, hemen bal arıları tarafından kuşatılıyormuş. Eşek arılarının dayanabileceği en yüksek sıcaklık 45 dereceymiş. Bal arıları, etrafını sarıp eşek arısını bu sıcaklığa getirene kadar bırakmıyor ve onun kovana zarar vermesini önlemek için bu şekilde, yani ısıtarak öldürüyorlarmış. Buraya kadar tamam da işin en acayip noktası; bal arılarının bu savunma sırasında vücut ısılarının 45 dereceye kadar yükselmesi ve hayatta kalmak için dayanabilecekleri maksimum sıcaklığın da 45,5 derece olması, yani “ölüme 5 var” düşünün…

 

Böyle akıl almaz ve adeta ince ince işlenmiş bir dengenin varlığını bilim adamlarının açıklayabilmesi, en azından hal-i hazırda mümkün müdür? Doğanın eşsiz dengesini, Allah'ın şifa olarak gösterdiği bitkileri, aynı zamanda da örneğin yarattığı zehirli bir mantarla dikkatli olmamız gerektiği uyarısını; bilim adamları, materyalist ateistler, bilinemezci agnostikler veya septik türevli deistler açıklasınlar bakalım açıklayabilirlerse… Bu arada sanılmasın ki sorgusuz sualsiz, emeksiz, ekmeksiz “bak burada söylenmişi var” kabilinden ilmin hazırına konan teistleri göklere çıkarıyorum. Hiç öyle değil. İlmi kavramak için de akıl ve sorgulama koşul-şarttır benim için.

 

İnsan denilen varlık hem kendini, hem aklını çok önemsiyor. Tam- kapasite çalışmayan beyniyle üstelik… İlme sırtını dönmüş akıl yaya kalır, materyalist akıl ve bilgi hükümranlığı zaman değişkenine göre biçimlenir çünkü. Bir insanın deli olmasıyla dahi olması arasındaki milimetrik farkı düşünürsek, çaresizliğimizin farkına varabilmemiz pek zor değil. Ve bizim böyle bir durumu değiştirebilme gibi bir şansımız yok, en azından şu an yok. Biz böyle “onu bulalım, bunu bulalım” diye tırmalarken, şu yukarıda vermiş olduğum arı örneğini iyice bir sindirelim, sindirelim ki, ister deha olalım, ister deli; insanoğlunun, zihinsel kapasite manasında, esasında ne kadar da küçücük bir şey olduğunun idrakine varabilelim. Ne demiş Montaigne: daha bir sineği bile yaratmaktan acizler, kendilerine bir yığın tanrı icat etmekteler! Eh be birader; bu pamuk ipliğine bağlı, kısıtlı akılla mı ilmi reddediyorsun sen, şu biçare aklınla ve bilginle mi küçümsüyorsun yaradanı?

 

Sözün özü; akıl ve bilgi stabil kavramlar değillerdir bence ve bu kadar oynak bir zemini temele oturtup katı bir materyalizmi savunmak, bunu dünya görüşü olarak benimsemek, bilimi önceleyip ilme sırtını dönmek “düşünememekle” eşdeğerdir, inandığını yani aklı daha en baştan inkar etmektir.

 

Hürmetler…

YORUMLAR

20 Ağustos 2015, 14.10
Dâhiliği kotaramayıp deliliğe geçme mantığını oldum olası saçma bulurum.  Çünkü, süper zeka olmak deli olmamayı da gerektirir. CeZbE ilimi dikkate almanın bir başka faydası da işte bu. Beynin bilgiye tahammül etmesini ilim sağlıyor. İlim ile bilim birbirlerini terbiye eder durumda olan iki sütun. Bence üçüncü sütun da aczdir. Bu üç sütun akıl evimizi ayakta tutuyor diye düşünüyorum.

Arılar için aktardığın bilgiyi ne zaman bir yerlerde görsem mahcup olurum. Arı ve türevlerinde sergilenen muhteşem ötesi ilmin doğal seçilim diye rastlantısal tesadüf olarak çürütülmeye çalışılmasını komik bulamamak bile donuk zekalılığı işaret eder. Aktarım bilgileri haricinde sığ bir yazı olmuş. Kendini fazla yormadan yazdığın çok belli. Demagojiden kurtulmayı başarmak istemişsin ama cıks. Bilgi aktarılmış, dış dünyaya ilgi gösterilmiş. Teşekkür. 
20 Ağustos 2015, 20.37
Bir dostum zamanında "Mutsuz olamayacak kadar cahil olmayı isterdim" demişti. Bu aslında birçok sorumluluktan kaçış anlamına geliyordu. Ben hep dahilikten deliliğe geçişi de böyle düşündüm. Aslında bir kaçış. İsteyerek ya da istemeyerek.
20 Ağustos 2015, 21.00
Acaba be  kadar  uzun bir  yazı yazdı? diyerekten, üstten   aşşaya  kaydırınca ,  6. pragrafta    neyşınıl  cegrafik'ime  hitap   ettiğini  farkettim..  O  dediğin  olayı  japon  bal arıları  becerebiliyor.. (Bu japonların  arısı  bile  bi    başka  yahu..) Gel  gelelim  20-30   eşek arısı,  içinde  binlerce   avrupa   bal  arısı  olan olan  bir kovanı  kısa bir   sürede  katliam  alanına  çevirebiliyor..   Yazının  geneline  ne kadar  hitap   eder  bir  yorum  bilmiyorum, zaten  daha  okumadım.. Bakarız..

21 Ağustos 2015, 01.20

         "Dahiliği kotaramayıp deliliğe geçme MANTIĞI" ne demek Xkurpiyer? Yani insanlar bir mantık dahilinde mi deliriyor, "lan deha olamadım, bari deli olayım" gibi bi şey mi? :) Türkçe yazdım ondan sığ buldun belki :) Bu tip yazıların basit anlatıma sahip olması gerektiğini düşünüyorum ben. Yani derdimi anlatayım, her okuyan dediğimi anlasın yeterli, sana da tavsiye ederim :)
21 Ağustos 2015, 11.23
Mantık derken, deliliğe geçiş sürecinin öyle mantıklandırılması mantığını kast etmiştim. Türkçe ile ne alakası var CeZbE. Bunu bilerek mi yapıyorsun? Açık net ifade ettim, kendini fazla yormadan yazmışsın dedim. Basit anlatım ayrı bir konudur,; fakat zengin içeriği basit anlatmak da çok ayrı bir konudur. Genelin bildiğinden farklı bir şeyleri özellikle göstermek istememişsin bu yazında. 

Hem ''sana da tavsiye ederim :)'' ifadenden neyin nesidir. Bu ne şimdi? 
21 Ağustos 2015, 12.01

         Ya Xkurpiyer çok canım sıkılıyor, ne olucak böyle? :) Şimdi diyorum ki ben; deliliğin nedenini dehalığı kotaramamaya bağlamışsın, sadece "mantık" kelimesine takılmadım. Kurduğun cümlenin akla yakın bir yeri yok. Yazıda, yaratıcı zekayla bazı ruhsal arızaların aynı bünyede bulunabilmesinin bilimsel gerçekliğinden söz etmişim. Yani ne diyosun anlamadım açıkçası o cümleyle. Konuyla ilgili fikrimin genel tarafından biliniyor olması mesele değil ki, mesele; karşı fikirde olan insanların da olması. O insanlar için de bence neden yanlış düşündüklerine dair gerekçelendirmem var yazıda. Üzerinde durulması gereken konu da o zaten. Total olarak zaten benim için çok basit, kendimce çözümlediğim konular üzerine yazarken sıkılıyorum, haklı olabilirsin, özenmemişimdir. Keşke sen derinleştirseydin biraz :) Tavsiye dediğim de evet, çok karışık yazıyosun son zamanlarda, sadeleşmen gerek diye düşünüyorum, anlaşılma gailen :) varsa tabii...
21 Ağustos 2015, 14.07
     Adamın biri diyor ki:" Benim kümesimdeki tavuklardan biri konuşuyor". Bilim adamları gelip inceliyorlar ve bakıyorlar ki tavuk gerçekten konuşuyor ve hatta bilim adamlarıyla sohbet ediyor. Fakat bir bilim adamı için bu bir tavuğun konuşması "bilimsel" değildir. İstatistiki verilere ihtiyaç vardır. Bu sebeple tavuklardan bir örneklem grup seçiliyor ve konuşup konuşmadıklarına bakılıyor. Sonuç; örneklem içindeki tavuklar konuşmuyor. Bilim adamları nihayi kararı veriyor:" Tavuklar konuşmaz". Ama, diğer taraftan adamın kümesindeki tavuk konuşmaya devam ediyor. 
    Toplum olarak belki de en büyük yanılgımız bundan 300 hadi bilemedin 400 sene önce bilim olarak yönümüzü batıya çevirdik. Ampirik düşünme, klinik deneyselleme.  Batı, yıllarca akapunkturu bir tedavi olarak görmedi ve tedavi ücretlerini de karşılamadı. Ama bugün akapunkturu bir tedavi olarak gördüğü gibi tedavi masraflarını da karşılıyor. 
    Belki yıllar önce yönümüzü dogmalara bağlı "bilimselliğe" çevirmeseydik bugün "istiareyi" tartışıyor ve ilmi durumunu inceliyor olacaktık kimbilir.
   Ha bu arada insan beyninin tamamı kullanmıyor sözü koskoca bir safsatadır. İnsan beyninin tamamını kullanır. Delilik ve dahilik arasındaki ince çizgi bu kullanımın ne kadar "sanal" ne kadar "insani" olduğu ile ilgilidir. 
21 Ağustos 2015, 20.26
Çok zeki insanlar ile standart zekada olan insanların sosyal mutluluk çıtalarında fark edilebilir oranlar vardır. Bu iki grubun kişisel mutluluk oranları da çok farklıdır. Üstün zeka sahiplerinin içsel mutlulukları diğerine göre daha fazladır. Standart zekada olan insanların da sosyal mutluluk oranı diğerine göre fazladır. Delilik eşiğini dehalara cazip gösteren asıl faktörün bu olduğuna kaniyim. Yaşadığı bireysel mutluluk patlamasını dış dünyaya hissettirememeyi ve/veya kanıtlayamamayı başarısızlık olarak görüyorlar. Bu kez de kendilerini başarısız sonuçlara ulaştırdığına inandıkları hayat süreçlerini tekrar gözden geçirmeyi deniyorlar. 

E bu sefer ne oluyor? Haydiii diğer dünyanın sosyal mutluluk deryasına balıklama dalınıyor. Kişisel mutluluğun dip yaptığı bu yeni dünyada bir bebek gibi ortada kalınıyor. Takındığı bu yeni tutumu benimseyebilmesi veya benimseyememesi sonuçlarından birisinde deliliğe meyyal yeni bir rota ortaya çıkıyor. Tekrar eski hali özlemek. Gelgitler ile devam eden bu kısır döngüden bıkılıyor ve akıl terk. Buraya kadar anlattığım süreç; aile ve çevresel sevgi çeşitliliğinden yoksun katı materyalist olarak yetişen üstün zekalılar grubuna ait bir süreçtir. İlimi gözardı etmeleri onlara çok pahalıya mâl oluyor. Ya deli oluyorlar; ya da kötü niyetli oluyorlar. Kötü niyetli olmak ile deli olmak arasında sadece raporsuz veya raporlu delilik ayracı açılabilir. Etrafındaki nesnelere standart merhamet ölçüsünden çok uzak yaklaşan herkes aşamalı olarak deli ön ismini almaya mecburdur. Üstün akıl ile standart akıl arasındaki nüans farkı, bu iki grubu nefret derecesinde reddeden kötü bir akıl türüyle kıyaslanamaz bile. Akıl, bir şemsiyeyi toplum içinde kullanma becerisine benzer bir duyarlı olunulmayı emreder. Aklı özgünleştirmek ile, aklı kötülük için özgürleştirmek (!!) akraba bile değillerdir. Herkesten nefret edilmelidir, veya bu düşünceye sahip olunmayı bir özgürlük hakkı gibi insanların bilinç dışlarına algı olarak zerk edenleri reklam etmek, aslında okuyanın kişisel akli suçudur :) Kendilerini filozof diye toplumlara lanse eden bu silah tüccarları, savaş cadıları ilk önce kişisel nefret özgürlüğünü filizlendirdiler, bu filizler daha sonra seri katillik uğraşından ülkeler arası savaşlara varan toplumların ormanı oldular. Habil'e kadar da gidilir, 2015 yılına kadar da gelinebilir, nefret etmemeyi öğrenen insan örnekleri için. Pascal ısrarla kendi karanlığında kalmak istiyor, ama o ısrarla yeni dünyaya tekrar adapte etmek isteniyor. Sokrates'in Üçlü Filtre Testi üstün zekalılığın hazzına varması için Pascal'a bir kara tahta olsun. Arkaik uzaylılardan ve 2015'lik uzaylılardan selam var.

İlim ruhu büyütür, bilim ise aklı büyütür. Bu ikisinin gerekli olan gelişimi tamamlamaları sonucunda ölüm için edep stoklanmış olunur ki buna acz denir.

Üstün zekalılığın kendisinde olduğunu fark eden bir insanda ruhsal bozukluklar olmasının bilimsel gerçekliği; bu tür insanların uzak-görüşlülüklerindeki ataletleri sonucu ekseninde genellemeden uzak değerlendirmelidir. Şu mecazla somutlandırmak istiyorum:: Denizde boğulanların en belirgin özellikleri; hepsinin iyi birer yüzücü olmalarıdır. Üstün zekalılık deryası kendi içinde; yüzücünün/o insanın aleyhine işlettiği birçok faktörü barındırıyor. 

Demek ki neymiş? Güzel sanılan nimetlerin hazzına varmak için bile kendilerine özgü tedbirlerin alınmasını şartı vardır. Her deli olan insanı üstün zeka zede olarak değerlendirmek tabi ki de saçma olur. Üstün zekalı olan bir insanın deliliğe geçişi tamamen kişisel başarısızlığından dolayıdır. Bu başarısızlığı sadece kendi bilimsel olmayan gerçekliğini sonuçlar. Öyle terzi kendi söküğünü dikemez aforizmasına indirgenemeyecek kadar denklemsiz faktörler sonucu ortaya çıkan büyük bir hatadır. Zaten böyle yitik örnekler ta en baştan üstün zeka kavramına ait olmayan insanların başına gelir. Riskleri gözardı ederek, mola vermek adına uzakta bir kara parçası hedeflemeksizin kıyıdan olabildiğince uzaklaşmak, geriye dönmek için de gereken gücü kaybetmek bu sonucu doğurur. Akıl dediğimiz gerçeklik onu taşıyana istikrarlı bir fayda sağlamıyorsa, o akıl zaten uğultu gürültüsüdür. Üstün zekalı olan bir insanın deliliğe kaymasını işte bu yüzden saçma bir başarısızlık olarak tanımlıyorum.

İlk yorumumdaki teorimi anlamdıramaman tamamen benim suçum. Bu kadar kompleks bir iddianın altını doldurmam gerekiyordu, ama ne yapayım üşendim işte. Bana fazlasıyla ağır geleceğini daha yazmadan ve düşünemeden sezdiğim :) bir konuya ilgi azaltımını hedefleyeceğim çok riskli teoriler üretmek istiyorum. Bu yüzden enerji biriktiriyorum. Ki bu konu benim için çok korkulu bir magma. İlk yorumumda bu yüzden tembel kaldım :). Peki şimdi ne oldu? Kendi yorumuma haşiye yorum yaptım. Komiğim ya. Sadeleşme önerini bu yorumumda dikkate aldım gibi bir şey yaptım galiba :) Ne demişler, çok yazan değil, çok okuyan anlarmış. Okuyan ile gezenin yüklemlerine endorfin hormonum için başkalaşım geçirtmem gerekiyordu. Bir ara; çok okuyanların mı çok yazanları, veya çok yazanların mı çok okuyanları, ve/veya çok yazanların mı hiç yazmayanları geliştirdiğine/cahilleştirdiğine dair haklı/haksız çıkmaca muhabbetlerini çevirsek hiç fena olmaz aslında. Bu konu, yukarıda bana fazla geleceğini sezinlediğim diye bahsettiğim konudan çok daha girift, birçok alt başlık üretmeye hazır önemli bir konu. Öyle ki; eğer netliğe kavuşursa, dünyayı yaşanır kılmaya, varlıkların arasında yeni bir telepatik sosyoloji sistemini doğuracak bir buluş olacak. O kadar çok korkuyorum ki, yazmak için ta 50'inci yaşıma attım. 50'inci yaşımı 40 yaşıma borçlandırarak 10 sene içinde sözünü tutmasını hedefledim. 10 sene sonra kendimde oluşmasını planladığım bir üretkenliği şimdiden özlemek için şimdi burada bu konuyu dile getirdim. Acep o halimden bana bir haber veren olur mu ki? Yerkürelerinizde Su Var Mı Diye Geldim isimli bir kitabın içine yazmak istediğim 50'in yaş günü hediyemi şimdiden çok özlüyorum :)) 
22 Ağustos 2015, 00.17
Şu "haiz" kelimesini gerektiğinde ve doğru biçimde kullanan birine rastlar mıyız acaba?
22 Ağustos 2015, 01.29

         Kulbar; profilinizde yazmış olduğunuz mesleğin icracısıysanız şayet, sizi çok bilim karşıtı gördüğümü söyleyebilirim, şaşırdım biraz :) Verdiğiniz tavuk örneği, bilim verilerinin yüzde yüz doğruyu göstermediğini kanıtlıyor tabii. Ama istatistiği kullanmak zorundalar, sonuç olarak istatistik dediğimiz şey de en az sapma oranıyla gerçeğe yakın sonucu verir. İnsan beyninin  sırrını çözebildiklerini bilmiyordum ben :) çözmüşler mi? Yüzde 10'unu kullanıyor olduğumuza inanmadığım gibi, tamamını kullanıyor olduğumuzu da düşünmüyorum ben. Bir beynin bütün aksamlarının :) çalışır durumda olması, tam-kapasite bir beyin gücüne sahip olunduğunun göstergesi değildir bana göre. Üstelik kullanılmayan şeylerin köreldiğini de biliriz :) Son cümlenizi hiç anlayamadım.
24 Ağustos 2015, 12.57
fıkra bu ya,ölenlere,ahiretteki ilk günlerinde görevli melek tarafından cennet cehennem tanıtılırmış..Fıkramızda ki zat rahmetli olmuş ,açmış gözlerini başında bir melek : -Buyurun buradan şöyle ,önce cehennemden başlayalım gezimize ''demiş..Kocaman bir kapıdan toz duman içinde girmiş bizim yeni mefta melek ile... bir tarafta cayır cayır ateşler odunlar bir tarafta sıra sıra kazanlar fokur fokur fokur kaynıyorlarmış..Birinci kazanın üzerinde (ülkeleri atıyorum)USA  yazıyormuş ,başında elinde koca bir çivili değnekle zebani nöbetçiymiş.İkinci kazanın üzerinde UK başında eli değnekli zebani ,üçüncü Rusya,dördüncü de Fransa başında yine bekçi zebani,kazandan çıkmaya çabalayanlara çivili değnekle tepelerine bir vuruyormuş,kaçmaya çalışan kaynar kazanın dibini boyluyormuş...Neyse efendim,her ülke böyleyken sıra gelmiş Türkiye yazan kazanın yanına..Aaaa kazan fokur foku kaynıyor,içi insan dolu ama ne kaçmaya çabalayan var ne de başlarında değnekli bekçii zebani var.Önce bir sevinmiş ama nedenini sormuş yinede : sayın zebani hazretleri Türkler kaçmaya teşebbüş etmedikleri için mi ,kazanın başında değnekli zebani bekçi yok ,ondan mı diye sormuş? Zebani cevaplamış: Yok demiş her ölen gibi Türk ölülerde bu kazanlardan kaçmaya çabalayan oluyor ama tam kazandan kurtulacakken,alttan başka biri ayağından kazana geri çekiveriyor,o yüzden bu kazana bekçi koymaya gerek görülmedi demiş...ben yorum olarak bunu fıkrayı yazdım..

Cezbe ellerine sağlık..
24 Ağustos 2015, 15.00

       Selçuk Erdem
25 Ağustos 2015, 07.00

Xkurpiyer; emeğin için teşekkür
ederim öncelikle. Kurduğun cümlenin altını doldurup hakkını vermişsin J Ama işin sadece
anlattığın boyutuyla haklısın yine de. İnsanın sosyal bir varlık olduğu
düşünüldüğünde; yalnızlaşmanın nedeni ister ruhsal bir bozukluk olsun, ister
deliliğe varmayan bir üstün zeka vakası  fark etmiyor. Sonuçta kısır bir döngü bu
anlattığın, “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan” hikayesi hatta… Genetik
akıl hastalıkları var misal, konuya sadece bu boyutta bakarsan onları nasıl
açıklayacaksın peki? Delirmeye meyyal insanların, sosyal çevre faktörü
sıfırlandığında delirmeyecekleri gibi bir tezin mi var? Tabii ki şuna
katılırım; her insanın baş edebilme gücü farklıdır. Ama, bu hem hastalığın
şiddetine, hem de niteliğine bağlı olarak değişir. Yani sana bazı noktalarda
katılsam da, inisiyatifin sadece bireyin kendi elinde olduğu gibi bir saptamaya
katılmıyorum. “Üzerine yazacağım” dediğin tekerleme gibi olan konu J için başarılar
dilerim, merakımı mucip oldu vallahi şimdiden. Yazarsın inşallah, okuruz biz de
J



 



Zesus; anlamca bir sıkıntı
göremedim ben “haiz” kelimesinin kullanımında. Ama “nail olmak, mazhar olmak”
da kullanılabilirdi, belki daha şık dururdu.



 



Perpe J güzelmiş fıkra, biz Türkler
yalnızlıktan korkuyoruz, ondan oluyor bunlar J
Başımıza ne gelirse gelsin ama illa ki cemaat olarak gelsin .p



 



Şu eklediğim Selçuk Erdem
karikatürü, ben dahil hepimizin yazdıklarından daha anlamlı J Müthiş zeki insanlar
bu karikatüristler, kıskanıyorum J
Sadece taklitçiyiz biz, bazen iyi bir taklitçi, bazen de kötü…



 



Teşekkürler yorumlarınız için. 

25 Ağustos 2015, 19.38
Ya işte üşengeçlikten kastım tam da buydu :) Konunun kendisi birbiri ardına alt başlıklarını tartışma içinde üreten komplike bir konu. Hastalıklı doğma mevzu için ayrı bir analiz; yalnızlık ile değişkenlik geçiren etkenler ayrı bir analiz istiyor. Benim şarjım ise şimdilik kısıtlı. Enerji verimliliğimi ipucu vermekten bile çekindiğim ilk bahsini yaptığım konu için ayırdım. Eğer ondan sağ çıkarsam, merakına mucip olan ikinci konuyu beynimin masasına yatıracağım. Boğulursam büyük denizde boğulayım diyorum :) Ama heyhat(!). Gündemden fırsat bulup sosyolojik bir şeyler yazmak ne mümkün. Bu sıralar gündem bermuda gibi daldığında çıkmak mesele oluyor. 
26 Mayıs 2016, 10.09
deliler iki sınıf gibi sanki biri gerçekten deli olanlar diğer sınıf aslında dahi olup  normal düşünenerden daha fazla ve ileriyi düşünen görenler  bunların kapasitesine ulaşamaynlar bunlarada deli demişlerdir 
 bide yaratıclık konusunda tembelleri unutmşun enn yaratıcı akıllar enn tembel insanlardan gelmiştir bazı büyük şirketlerin işverenleri bile işe eleman alırken tembel olanları tercih etmiştir bi işi en kısa zamanda tembeller yapar 
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın