gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

ÇALIŞMA HAYATIM

24 Kasım 2017, 19.33
A- A+
ÇALIŞMA HAYATIM
 Köy çocukları, yedi yaşından itibaren okullar tatil olunca;tarlada, bağ bahçe işlerinde harmanda; güçleri yettiğince aileye yardımcı olurlar; hayvanları otlatır suya götürür getirir, harmanda düven (döven) sürerler... Köyden, köy yaşamından ayrılalı çok uzun zaman oldu; eski usul tarım işçiliği de sanırım tarihe karıştı. Harmanın ne olduğunu bilen, hatırlayanlar da ancak benim yaşımda olanlardır.
 Haziran, temmuz ayları köylerde hasat zamanıdır. Ailenin yetişkin nüfusu yeterli ise; hasat edilecek ürün de fazla değilse aile bireyleri; yeterli iş gücü yoksa gündelikçi işçiler tarafından hasat gerçekleştirilir. Tarladan getirilen ürün harman yerinin çevresine yığılır. Her ailenin evinin arkasında "arpalık" denilen bir tarlası; ortasında da bir harman yeri vardır. Harman yeri on on iki metre çapında bir dairedir. Ot, çalı, taş, vb. temizlendikten sonra toprak ıslatılır. Üzerinde "yuvak" denilen ağır taş silindir gezdirilerek düz bir zemin oluşturulur. Bu işlem bir kaç kez yinlendikten sonra harman yeri kurumaya bırakılır. Kuruyup beton gibi sert yüzey oluşunca harman; kullanıma hazırdır. Her sabah , bir günde işlenebilecek kadar ekin harmana yayılır. Önünde bir çift öküz koşulu düvenle ekinin üzerinde dönmeye başlanır. Düven on, on beş santim kalınlığında ön tarafı yukarıya doğru kıvrık, altında sıra sıra keskin çakmak taşları dizili; bir buçuk metreye üç metre boyutlarında bir tahtadır. Öününde uzunca bir kalas ve onun ucunda da öküzlerin koşulabilmesi için boyunduruk vardır. Tam da bu harman yeri manzarasının yağlıboya bir tablosunu şimdi adını hatırlayamadığım bir ressamımız yapmıştır. Düven, üzerine bir sandalye; ya da minder konularak çok zaman bir çocuk tarafından yönetilir.Benim de ilk çalışmalarım tüm çocuklar gibi bunlardı. On iki yaşımda öğretmen okuluna başladım. Aynı yıl dedem ninem ve ablam da İstanbul'a göç ettiler. Akrabalarımız, halam, dayım, teyzem İstanbul'da yaşıyorlardı. Okul yılları süresince yaz tatillerinde iş bulup çalışıyordum. İlk olarak Topçular, Demirkapı'da bir lastik fabrikasında iş buldum. Fabrika dedimse yanlış anlaşılmasın; kara lastik çocuk çizmesi üreten bir atölye... Kaçak olarak çocuk işçi çalıştırıyor.Bir ustadan başka büyük yok. Zaten üç ya da dört çocuğuz. Usta, kauçuk kalıpların üzerine ham lastikten; çizmenin konç, saya, taban, ökçe kısımlarını yapıştırıyor; buharla çalışan preslere yerleştirip, kalıbın sibopundan buhar bağlıyor. Çizme pişince pres ötmeye başlıyor. O zaman biz koşup, presi açıyor çizmeyi çıkarıyoruz. Tabi çizme sıcak; çıkarırken ellerimiz yanıyor. Asıl önemli olan çizmeyi kalıptan çıkarmak...Duvara sabitlenmiş; altlı üstlü el parmakları gibi mengeneler var. Kalıpla çizme arasına girip kalıbı sıkıca kavrıyor. Çizmenin burnundan, ökçesinden tutup ayaktan çıkarır gibi çekip çıkarıyoruz.Kauçuk kalıplar eski; kullanıla kullanıla yıpranmış; aceleyle ellerimiz yanarak çekince cart diye kalıp kırılıyor, yarısı çizmenin içinde kalıyor. O zaman usta kalıbın parçasını çizmeden çıkarıp kopan yerden tekrar yapıştırıyor. Yirmi dört lira haftalık alıyorum. İşe yürüyerek gidip geliyorum. Öğle paydoslarında köşedeki bakkaldan yedi buçuk kuruşa çeyrek ekmek, biraz zeytin, tahin helvası bazen bir salkım üzüm alıyoruz. Hepsi yirmi beş kuruş tutuyor. Atölyenin karşısında ; köşesinde bakkal dükkanının bulunduğu geniş bir arsa; ortasında da asırlık bir dut ağacı var. Dut ağacının gölgesinde öğle yemeklerimizi yiyoruz.
 Diğer bir yaz tatilinde mahallemizdeki camcının yanında çalıştım. Kaba üstübeçle bezir yağını karıştırarak cam macunu yapmayı öğrendim. Evlere iş yerlerine cam takmaya gidiyorduk. Küçücük bir çekiçle cama zarar vermeden çerçeveye ince, küçük cam çivisi çakıp, camla çerçeve arasına yukardan aşağı, cam macunu yapıştırdıktan sonra spatulanın keskin tarafıyla macunun fazlasını sıyırıp düz bir şerit halinde macunun camı sımsıkı kavramasını sağlıyorduk. Bir diğer yaz tatilinde Boynerler iplik fabrikasında çalıştım. Sekizer saatlik üç vardiya halinde çalışıyorduk. Sekiz - on altı, on altı- yirmi dört ve yirmi dört sekiz. Çalışmaktan hiç rahatsızlık,sıkıntı duymuyordum. Hatta çok mutluydum.
 Okuldan mezun olduğum yıl atandığım ilkokula göreve başlamaya gidebilmek için yol parasına ihtiyacım oldu. Yolluğun çıkmasına çok zaman vardı. Topkapı'da Birleşik Alman İlaç Fabrikası'nda inşaattan kalma bir barakanın sökümü için geçici işçi arıyorlarmış; Yugoslav göçmeni, tek kelime Türkçe bilmeyen bir gençle bir hafta çalışarak barakayı söktük. Bu sürede öğle yemeklerini fabrikada yedik, molalarda çok güzel demli çaylar içtik. Yüzer lira ücret aldık.
 Bin kilometreden fazla yolculuktan sonra Diyarbakır'ın Çermik ilçesi Aşağışıhlar Köyü İlkokulu öğretmeni olarak göreve başladığımda aldığım ilk maaş yüz on dört liraydı. Beş lirasını da İlkokul Öğretmeleri Yardım Sandığı'na bağış olarak kestiler. yüz dokuz lira. Bir haftda bir baraka sökmenin ücreti yüz lira; bir aylık öğretmen maaşı yüz on dört lira...
 Staj okullarını saymazsak ilkokul öğretmenliği yapmak nasip olmadı. Eğitim enstitüsünden mezun olunca Hacıbektaş Ortaokulu Türkçe Öğretmenliği'ne atandım. Hacıbektaş'ı da, halkını da, okulu ve öğrencilerimi de çok sevdim. Beş yıl görev yaptıktan sonra Suluova Ortaokulu'na naklim çıktı. Amasya Milli Eğitim Müdürü Necip Güngör Kısaparmak beni övgülerle karşıladı." Ben bakanlıkta bir çok öğretmenin karteksini inceledim en uygun aday olarak seni gördüm ve buraya müdür olarak atanmanı sağladım." diye takdir ve iltifat etti. Önce ortaokul; kısa bir süre sonra lise açılınca lise müdürü oldum. Henüz yirmi beş yaşındaydım. Hiç idarecilik yapmamıştım. Genel uygulama önce müdür yardımcısı olarak bir süre çalışanların müdür olarak atanması şeklindeydi. Ben bir istisnaydım. En genç orta dereceli okul müdürü olmuştum. Sanırım rekor hala bendedir.Necip Güngör Kısaparmak'la astlık üstlük ilişkisi dışında samimi arkadaş da olmuştuk Gerçi o benden yaşça hayli büyüktü. Ailece de görüşüyorduk. Şebnem iki üç yaşlarındaydı. Onların da aşağı yukarı Şebnem'in yaşlarında, belki biraz daha büyük bir oğullar vardı. Sonradan ses sanatçısı olarak ünlenen Fatih Kısaparmak. Necip Güngör'ün sağ elinin parmakları ikinci boğumdan itibaren yoktu. Kısaparmak soyadını elinin bu durumundan dolayı sonradan almıştı. Önceleri sosyal demokrat gibi görünen Necip Güngör; bir süre sonra sağcı; milliyetçi kimliğine büründü. Bu çark edişin ödülünü de Ortaöğretim Genel Müdürü olarak aldı. Yeni görevinde ilk işlemlerinden biri de beni Çanakkale'de bir okula Türkçe öğretmeni olarak nakletmek oldu. Hemen Ankara'ya gittim. Bakanlıktaki makamında; bekleme odasında beklemeye başladım. Bir süre sonra kendisi bekleme odasına geldi. İltifatlar, sarılmalar... Birlikte makam odsına geçtik. Hal hatır; şeker kolonya faslından sonra; " Beni Çanakkale'ye nakletmişsiniz. Üstelik eş durumunu da gözönünde bulundurmamışsınız. İtirazım yok; torpil istemek için de gelmedim, ancak ben iki ay sora askere gideceğim. Askerliğimi yapayım; ondan sonra nereye isterseni gönderin ."dedim. " Yaa! Ben bazı kişilerin dosyalarının ayrılmasını emretmiştim; onların arasında seninki de mi varmış?" gibi bazı laflar geveledi. Sonra;" Hemen İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ve İlçe Kaymakamlığı'na tel emri çıkartıp naklini durdurcağım" dedi. Yanından ayrıldım." Beni başından savdı; naklimi durdurcağı falan yok." diye düşünüyordum ;fakat döndüğümde gerçekten kararnamenin iptal edildiğini; naklimin durdurulduğunu öğrendim. Askerlikten sonra çeşitli illere sürüldüm. Çünkü yönetimdeki hükümetlerle hiçbir zaman yıldızım barışmadı. Çünkü makamı ne olursa olsun kimsenin önünde eğilmedim; kimsye dalkavukluk yalakalık yapmadım. Bir kere olsun el oğuşturarak kimseye "efendim" demedim. En son Sivas Behrampaşa Ortaokulu'nda çalışırken yirmi beş yılı tamamladım; bir gün bile beklemeden emekliliğimi istedim. Şebnem liseden mezun olup Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik bölümünü kazanınca Ankara'ya yerleştik. Biz Ankara'yı sevdik; Ankara bizi sevdi. Önce Arı Dersanesi'nde daha sonra başka dersanelerde çalıştım. Aynı zamanda TRT'ye film seslendirmeye gidiyordum. Rahmetli Kemal Sunal-nur içinde yatsın- Ankara'ya" Düdtürü Dünya " adlı bir film çekmeye gelmiş. Bana da küçük bir rol verdiler. Gene o yıllarda "Orta Bereket "adlı , köy dizisinde jandarma karakol komutanı bir astsubay rolü oynadım. Ferhunde Hanım ve Kızları ile şimdi adlarını hatırlayamadığım daha bir çok dizide roller aldım. Son olarak 120 filminde bir milis komutanını canlandırdım. Devlet Tiyatrolarında konuk oyuncu olarak roller aldım. "Savaş Vurgunu Kadınlar" "Savaş Baba" " Para" Devlet Tiyatrosu'nda ; " Gizli Örgüt Nasıl Kurulur" " Generalin Kabusları" özel tiyatrolarda rol alıp turnelere gittiğim oyunlardır. Sevgili Mehmet Ali Bozgeyik'in Pratik Ajans stüdyolarında reklam spotları; röportajlar, şiir ve düz metinler seslendirdim. Şimdi kızlarım ve damadımın işleri gereği Aydın'dayım. Evde zaman zaman yazılar; şiirler yazarak, tv izleyerek oturuyorum.
 Harç bitti; yapı paydos!
 AliÇ.

YORUMLAR

27 Kasım 2017, 23.54
   Sevgili hocam.eline kalemine yüreğine sağlık.Çocukken ben de harmanda çok düven sürüp sap çektim.o günleri hatırlattınız.sağolun varolun
27 Kasım 2017, 23.56
      Öğretmenler gününüzü kutlar,emekçi ellerinizden öperim.
08 Aralık 2017, 21.04
ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM,SİZLER DE VAROLUN...
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın