gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

SARAYLA SAADET OLMAZ

26 Temmuz 2021, 08.02
A- A+
Melenaus'un karısı Helene, Paris'e kaçınca ya da kaçırılınca, Melenaus da abisi Agamemnon'a gelir: "Aga, adımız boynuzluya çıktı; bir destek at da hatunu geri alalım" der. Zaten öteden beri Truva'nın zenginliği, ticaret yolu üzerinde olması falan Agamemnon'un iştahını kabartıyordu, bu bahaneyle de eline imkan geçmiştir. Hemen donanmayı hazırlar ve Truva üzerine sefere çıkar [1. dünya savaşı'nın çıkma nedenini: bir Sırp gencinin, Avusturya-Macaristan veliahtını öldürmesi olarak söyler tarihçiler, bu bahaneyi aha bu Truva Savaşı'ndan almışlardır. E sonuçta bahane kaba et gibidir ve o da herkeste vardır.] Sefere çıkmıştır çıkmasına da rüzgar durmuştur ve gemiler hareket etmez. Himayesindeki kahin bunun nedenini Avcılık Tanrıçası Artemis'in Agamemnon'a kızgınlığı olarak yorumlar. Çünkü Agamemnon bir av sırasında Artemis'e adanmış bir geyiği vurmuştur. Artemis de ceza olarak rüzgarları durdurmuştur. "E ne halt edeceğiz" diye sorar Agamemnon. Kahin de: "Kızın İphigenia'yı kes, kanını da Artemis'e adamış ol" der. Agamemnon: "Ya hu sen manyak mısın, kızıma nasıl kıyarım" der. Kahin: "Valla Aga yapacak bir şey yok, tek çaresi bu" deyince, Agamemnon: "Hay aganıza tüküreyim. Kelime oyunu yapmayın lan bana, Türk müyüm ben" der ve biraz düşündükten sonra çaresizce kahinin söylediğini kabul eder. İphigenia'yı sunağa yatırır, tam bıçağı boynuna vuracakken Artemis vicdana gelir, kıza acır ve dişi bir geyik yollar, kızı göğe çeker, sonra da kendi tapınağına rahibe yapar. E şimdi bu hikaye ile biz Müslümanlar için "kurban" ritüelinin ilk defa başladığı İbrahim-İsmail kıssası arasındaki fark ne? Kurban Bayram'ından önce yazmadım ki den(ge)sizin biri çıkar da: "her kurban bayramı öncesi eleştiri oklarınızı islama yöneltiyorsunuz. bayrak inmez, ezan dinmez bla bla" diye robotik söylevlerde bulunur diye. Yukarda anlattığım hikayeyi şunun için yazdım: semavi ya da pagan, bütün dinlerde inandığın kudret için kan akıtıyorsun. Bunun tek istisnası islam'da olmuş: öncül olan şey "sosyal dayanışma" denmiş, Kur'an-ı Kerim'de Allah bizatihi: "kestiğiniz kurbanların etleri de kanları da Allah'a ulaşacak değildir. Ona ulaşan sadece iyi niyetiniz ve samimiyetinizdir" diye bi-lal'e anlatır gibi anlatmış, bizim Müslümanlarımız "kan isterük de kan isterük" diye yırtınmış. E tamam kestin, hayvanın bonfilesini, kontrfilesini, pirzolasını, antrikotunu dağıtabiliyor musun? Peygamber bir gün kurban kesmiş, eşi Ayşe'ye de dağıtın bunları demiş. Eve geldiğinde sormuş: "Ne yaptınız, dağıttınız mı etleri" diye sorunca, Ayşe: "kürek kemiği kaldı, gerisini dağıttık" demiş. Peygamber de: "Desene kürek kemiği dışında hepsi bizim oldu" demiş. Niye böyle demiş? Çünkü "kurban", "yakınlaşmak" demek. Yakınlaşman için hareket etmen, vermen lazım. Statik kalarak, dağıtmayarak kiminle yakınlaşıyorsun? Kurban kesilen evlerin çoğuna gidip baksak, derin donduruculara istiflenmiş kilolarca et görürüz. Ne oldu, ibadet mi etmiş oldun? Şimdilerde durum nedir bilmiyorum da bizim çocukluğumuzdaki "anneler günü"nde çocuklar, babalarıyla anlaşıp -hatta harçlıklarını falan verenler de olurdu- annelerine hediye olarak "düdüklü tencere" alırlardı. Hediye olarak sunulan şey: sana "hizmet" edilirken daha az yorulması ya da yiyeceğin şeylerin daha fazla pişmiş olması, bir taraftan da tüpten kar etmek... Bu da hediyedir zaten :) Allah için kurban kestiğini söyle, sene boyunca o kestiklerini löp löp götür, gut ol, angut...


Neyse asıl mevzumuz bitmek bilmeyen "saray" müjdeleri. Nedir aga bu saray fetişizmi? [Yetiş ya Agamemnon] Nasıl bir çılgınlıktır, neyin görgüsüzlüğüdür, neyin intikamıdır, neyin zaruretidir? Yazlığı, kışlığı, Malazgirt'i, Kıbrıs'ı.. Etimoloji sözlükleri "Sufi" kelimesinin Yunanca "sophos"tan yani "bilgelik"ten geldiğini söylüyor. Bu biraz tarih bilmemekle alakalı aslında. Oysa Arapçadaki "sufi", "suf/sof" adı verilen yünlü kumaştan dolayı ortaya çıkmıştır. Nasıl mı? "sahabe" dediğimiz kişilerin çoğu Peygamber yaşarken farklı, Peygamber öldükten sonra farklı bir hayat yaşadı. Peygamber zamanında da kimisinin defoları vardı da Peygamber bir şekilde üstünü örtüyordu. Ama o öldükten sonra içlerinden öyleleri var ki, bu kadarı da olmaz denilecek cinsten. Mesela 3. halife Osman. Peygamber bir kızını kendisiyle evlendirmişti, o kızı vefat edince diğerini gene Osman'a verdi. O kadar seviyor ve güveniyor. Peygamber döneminde sütte leke var, onda yok tarzında birisi. Ne oluyorsa halife olunca o muhteşem insan gidiyor, yerine bambaşka bir adam geliyor. İkinci halife Ömer ölmeden önce kendisinden halife olacak altı kişi belirliyor. [Burası uzunca bir hikaye, detaya girmeden kısa kısa geçiyorum] İçlerinde Abdurrahman bin Avf diye biri var ki çok değişik bir adam. Hiçbir zaman değişmeyen kalender sahabelerden biri. İşi, gücü adalet, iyilik, nizam. Ki Efendimiz 23 yıllık Peygamberlik hayatında sadece Ebubekir ve Abdurrahman'ın arkasında namaz kılıyor. Bu öyle herhangi birine nasip olacak şey değil. Her neyse Abdurrahman bin Avf: "bizim makamda mevkide gözümüz yok" diyerek halifelik adaylığından çekiliyor ama bir şartı var, içinizden halife olacak kişiyi ben seçeceğim. Diğer üç kişiyi yolluyor, Ali ve Osman kalıyor sadece, birkaç gün kamuoyu yoklaması falan yapıyor. Karar vermeden önce son bir soru soruyor Ali ve Osman'a: "halife olunca sizden önceki halifeler gibi herhangi bir şekilde akraba kayırmacılığı, farklı şekilde idarecilik yapmayacağınıza söz veriyor musunuz". Ali bu konularda biraz cevval, pek çok şeyi bilirim tavrıyla: "ben de en az onlar kadar içtihat sahibiyim ama elimden geldiği kadarıyla yaparım" diyor. Osman ise "benden öncekiler gibi davranacağıma söz veriyorum" deyince Abdurrahman görevi Osman'a veriyor. Veriyor vermesine de Osman göreve gelir gelmez akraba kayırmalara, tuhaf kararlar vermeye başlıyor. Mesela Hakem isminde bir amcası var, önceleri müslümanlara zulmeden, Mekke fethedilince Müslüman olan ve sonrasında Efendimizin taklitini falan yapan şebeleğin teki. Peygamber buna ve ailesine beddua edip sürgüne yolluyor. Ebubekir ve Ömer halife iken Osman araya giriyor, affet de dönsün buraya diye, her ikisi de kabul etmiyor. Ne zaman ki Osman halife oluyor, bu şebeleğin sürgününü kaldırıyor. Bunun bir de Mervan diye bir oğlu var, sonradan Emeviler'in liderliğini yapacak, yaptığı 9 işten 10'u zararlı olan, ilk Müslümanlardan hatta Ömer'in halife adaylarından biri olan Talha'yı öldüren katilin teki. Osman tutuyor bu vasıfsızı "özel kalem müdürü" gibi bir makama getiriyor. Hakem'in gelmesine zaten sinir oluyor halk, bir de ona paralar vermeler, oğluna makamlar ihsan etmeler derken halkın ayarlarıyla oynanıyor. Yetmiyor bir de damadı yapıyor. Bununla da yetinmiyor, ne kadar vali varsa görevden alıyor ki mesela Ömer'in büyük bir vasiyeti var, Sa'd bin Ebi Vakkas'ın falan görevden alınmamasına dair. Sadece Şam valisi aynı zamanda akrabası olan Muaviye'yi görevden almıyor, hatta görevini artırıyor. Bu Muaviye, Ömer zamanında Şam'a vali tayin edildiğinde bir saray yaptırıyor, Kasr-ı Beyza adıyla. Yani Ak Saray [Ben uydurmuyorum, adamın gol diyor] İslam'ın ilk sarayı da bu. Ebu Zerr diye bildiğinden şaşmayan, içi-dışı bir, Peygamber'e bile amiyane tabirle posta koyan bir adam var [Bu olayı anlatayım: Bir gün Peygamber sahabeye vaaz veriyor. "Bir insan hangi günahı işlerse işlesin sahih bir kalp ile Kelime-i Şehadet getirdikten sonra mutlaka Cennet'e gidecektir" Ebu Zerr hemen atılır: Yani ben şimdi hırsızlık yapsam, zina yapsam, annemi babamı dövsem, sonra da tövbe edip şehadet getirsem Cennet'e mi gideceğim?" Peygamber "yaptığın günahlarının cezasını ödedikten sonra evet" der. Ebu Zerr hiddetle ayağa kalkar: "Böyle din mi olur" diye haykırır. Peygamber onun bu cevvalliğini bildiği için tebessüm eder, sırtını şefkatle sıvazlar ve "Ebu Zerr'e rağmen bu böyledir" der.] işte böyle bir adama, Muaviye "sarayım nasıl olmuş ya Ebu Zerr" deyince: "kendi paranla yaptıysan israf, devletin prasıyla yaptıysan haram" demiş. Bu arada Ebu Zerr'i islamcı sosyalistler hayli severler. [haymatlos buralardaysan tanısan sen de seversin.] "Evinde ekmek olmadığı halde kınından sıyrılmış kılıcıyla başkaldırmayan adamın aklına şaşrım" demiş, daha ne desin... [Her şey birbirine karıştı ve kim kimdir, konu nereden nereye geldi mi diyorsunuz? O zaman mola verin ya da sayfayı kapatın derim. Daha uzayacak çünkü. ] İşte 3. Halife Osman, kendi kardeşini, süt kardeşini, amcasının oğlunu, dayısının oğlunu tesadüfen (!) vali olarak tayin edince halk bundan acayip rahatsız oluyor ve hesabını Abdurrahman bin Avf'a soruyor. "Sen seçtin bunu, uyarmak da sana düşer" diye. Abdurrahman geliyor: "Hani söz vermiştin, akrabalarını kayırmayacaktın" diyor. Osman da: "Ömer akrabalarını pek sevmezdi ama ben akrabalarımı Allah için seviyorum". Bak bak, laflara gel. Zamanımızla ne kadar da benzeşiyor. Abdurrahman bin Avf ölene kadar tek kelam etmez Osman ile. Bu defa halk Ammar bin Yasir'in yanına geliyor, "sen uyar bari" diye. Ammar ki, şu dünyada inancı için en fazla bedel ödemiş, işkence görmüş insandır. Babası, annesi, kardeşi gözlerinin önünde öldürülmüştür ki islamın ilk şehitleridir. Bugün Sümeyye isminde kim varsa Ammar'ın annesi olan ilk şehit kadından dolayıdır. [Bak işte, Sümeyye, Bilal. İkisi de köle, ikisi de en çok işkence gören, biri ölen biri sağ kalan kişiler. Nereden nereye. Bir tarafta çöl sıcağında bir damla su için çırpınan Sümeyye, bir tarafta 20-25 (para biriminin ölçüsü bile belli değil) gitmesi gereken Sümeyye] Garibim Ammar da halkın sözüne kulak verir, gider Osman'ı uyarmaya, Ammar bir çıkar ki Zevra'dan [Osman'ın yaptırdığı sarayımsı mekan] ağız burun dağılmış, bayıltılana kadar dövülmüştür. Yeter mi, yetmez. Ebu Zerr gider konuşur, Osman onu da sürgüne yollar. [Silivri soğuktur'dan farkı var mı?] Şimdi bunları yazıyorum, tabii onaydan geçer mi bilmem, onaylanırsa biri gelir Şii kaynaklar bunlar v.s der, ne güzel olmaz mı? ağız burun dalarım sünni kaynaklarla :) İşte İslam'ın yozlaşması, ihtilaflar, nifaklar böyle başlar. Liyakatsiz atamalar, zevk-ü sefa, hele Osman'ın aynı anneden doğma kardeşi var ki, bugünün tanımıyla bildiğin troll. Kufe'ye vali yapıyor Osman bunu, ayyaş müptezelin teki. Lafın gelişi söylemiyorum, gerçekten alkole düşkün. Hatta bu yüzden had cezası falan alıyor. Bir sabah namazında farzı dört rekat kıldırıyor, cemaate dönüp "isterseniz artırayım" diyor :) Şimdi hakkını yemeyeyim, bu olaydan sonra da Osman görevden alıyor kendisini. Hemen bugüne adapte etmeyelim mi, hani Allah'ın ayetleriyle dalga geçen, daha geçenlerde özel uçaklarda viskileri yudumlayan "bu bakara iyi makara" diyen Egemen'den farkı var mı? Tuhaf değil mi ya hu, o dönemde ne yaşanmışsa şimdi benzerleri yaşanıyor. Sonra da akl-ı evveller gelip "tarihten bana ne" demezler mi :) Neyse, halk artık bu durumdan bezince gidip el birliğiyle Osman'ı öldürüyorlar. [Bunu tabii ki savunacak değilim] Sonra Ali geçiyor, o da öldürülüyor [Burası da önemli, Ebubekir hariç tüm halifeler öldürülüyor ya hu. Nasıl Asr-ı saadet bu? Hani sahabeler gökteki yıldızlar gibiydi. Hepsi mi nifak sonucu oldu? Öldürmeyi ya da öldürülmeyi meşrulaştırmıyorum ama adam gibi liyakatli bir şekilde idarecilik yapsan kim ne diyecek sana?] Ali'den sonra da Emeviler geçiyor başa. Hah işte filmin koptuğu yer de burası. Bu Emeviler saray manyakları. Çölün ortasına, şehrin göbeğine, buldukları yere saray yapıyorlar. Konunun başında "sufi" demiştim, gerçek anlamda müslüman olan bir grup da bu şatafatı, debdebeyi görüp protesto ediyorlar ve o çöl sıcağında kalın yünlü kumaşlar giyiyorlar. Hah bu "sufi"lik o günlerden kalma. Saraylara karşı bir duruş, bir isyan mahiyetinde. Osmanlı saraylarının yapılma dönemlerine bakın, %85'i çöküş dönemine ait. Milletin altında don yok, paşalarım saray sevdasında. Sarayı olmayan da makam odalarını, evlerini çirkinlik abidesi, saray özentisi "varak"larla kaplıyor. Sefamız olsun... 


Ekonomi’de “beyaz fil” diye bir kavram vardır. Kısaca “kısa vadede iş yapar, uzun vadede bir halta yaramaz”, bir nevi ölü yatırım. Tam da saraylar için oluşturulmuş bir mefhum. Madem kendileri bu kadar halktan kopuk, başka bir dünyada yaşıyorlar [Ki sel felaketi yaşamış Rize halkına çay dağıtmanın başka açıklaması olamaz] keşke birileri görmeleri için yardımcı olsa. Ya müşterek bir görememe durumu var ya da Saray'a nazı veya sözü geçenlerde "Can Yücel'in memleketindeki"nden yok... Bana göre çocuklardakine "popo": yetişkinlerdekine "kıç", hiçbirimizde olmayana "Can Yücel'in memleketindeki" deniyor... 

YORUMLAR

26 Temmuz 2021, 16.24
Yine kalıp beton stili kullanılmış smile Resmi
26 Temmuz 2021, 16.32
Öncelikle belirtmek isterim ki, bunların hepsi Şii kaynakları. Ve hiç şaşmaz, her kurban bayramı sonrası, eleştiri oklarını isalkerjkajflakjdklfajsdlka.

Ayrıca son bir eleştirim daha var, futbol eksik kalmış yazı içeriğinde. Futbolu eklemeliydin ki, tam olsun, bu haliyle olmamış. Misal, Galatasaray'ın, gereksiz yere Ghezzal transferine salça olması konusunda da, Muaviye'den bir örneklendirme yerinde olurdu.

Neyse, hastamıza 3 doz, online -yazı öncesi alınmalı- paragraflara ayırma eğitimi yazıyoruz.

Not: Bu yazı BiradamY'ye pozitif ayrımcılık yapılarak onaylanmıştır,
26 Temmuz 2021, 16.58
Yardım kolilerindeki çayları ayıklamamışlar mı? Ayıp!
26 Temmuz 2021, 21.45

"  Bunun tek istisnası islam'da olmuş: öncül olan şey "sosyal dayanışma" denmiş, Kur'an-ı Kerim'de Allah bizatihi: "kestiğiniz kurbanların etleri de kanları da Allah'a ulaşacak değildir. Ona ulaşan sadece iyi niyetiniz ve samimiyetinizdir" diye bi-lal'e anlatır gibi anlatmış, bizim Müslümanlarımız "kan isterük de kan isterük" diye yırtınmış. E tamam kestin, hayvanın bonfilesini, kontrfilesini, pirzolasını, antrikotunu dağıtabiliyor musun? Peygamber bir gün kurban kesmiş, eşi Ayşe'ye de dağıtın bunları demiş. Eve geldiğinde sormuş: "Ne yaptınız, dağıttınız mı etleri" diye sorunca, Ayşe: "kürek kemiği kaldı, gerisini dağıttık" demiş. Peygamber de: "Desene kürek kemiği dışında hepsi bizim oldu" demiş. Niye böyle demiş? Çünkü "kurban", "yakınlaşmak" demek. Yakınlaşman için hareket etmen, vermen lazım. Statik kalarak, dağıtmayarak kiminle yakınlaşıyorsun? Kurban kesilen evlerin çoğuna gidip baksak, derin donduruculara istiflenmiş kilolarca et görürüz. Ne oldu, ibadet mi etmiş oldun? "

Muhtemelen bu paragraf ve paragrafa ait soruların cevapları şöyle çıkacaktır: çın çın çın...

Sonraki paragraflar için de, hem geçmiş hem gelecek tarih hem de şuanki zaman dilimine ait olaylarla ilgili, bizzat şahsım bir alıntıda bulunsun:
"Altın kapılarımız kan oldu Tayfun"

27 Temmuz 2021, 12.45
Harikasın....

Ragıp El İsfehani'nin El Müfredat'ına göre Kurban kelimesi yakınlaşmak anlamındadır ve ''kurb'' kökünden türemiştir. 

Aynı kökten türeyen bir diğer kelime ise ''akraba''dır.

Kur'an da kurban kesilmesi ile ilgili ayetlerden farklı olarak ''Namaz kılın ve kurban kesin şeklinde çevrilen'' ayette neden diğer ayetlerde kullanılmayan ''venhar'' kelimesi kullanılmıştır ? 

Peygamber Hz. İbrahim bile Allah'ı sorgulamışken bizler neden sorgulamıyor ve kendisine bazı sıfatlar takılan ucubelerin dediklerine körü körüne inanıyoruz.

Bırak sorgulmayı veya neden diye sormayı ,Pirinci okuyup üflüyorsun da Kuran'ı neden okumuyorsun denilecek o kadarrrrr çok insan varki.

Halife Osman ve devamında Muaviye konusuna değinmiş olman mükemmel. Bu konu üzerine ben de yazmak istedim ama onaylanmayacağını düşündüğüm için vazgeçmiştim. Ama senin yazman harika olmuş.


Pozitif ayrımcılık sana yakışıyor...Bunu dibine kadar kullanman gerek:)


30 Temmuz 2021, 15.06
Yazıda sadece giriş kısmını anlattığım Truva Savaşı'nın sonunda Agamemnon komutasındaki Akalar savaşı kazandı. Truva'nın komutanı ve Paris'in abisi Hektor savaşta öldü. Paris ve Hektor'un bir kız kardeşi vardı, Cassandra isminde. Tanrı Apollon Cassandra'ya aşıktır ama Cassandra ona yüz vermez. Apollon da onu lanetler. Laneti ise şudur: gelecekte olanları görecektir ama kimse kendisine inanmayacaktır. Truva Savaşı'nı da önceden haber vermiş, herkesi uyarmıştır ama lanetlendiği için kimseyi inandıramaz. Savaş sonunda da kendisini görür görmez aşık olan Agamemnon "ganimet" olarak alıp götürür. İşte bizler, ülkenin bekasını düşünen, bu konuda hükümet kanadına, hükümete destek veren seçmenlere uyarılar yaparak bir şeyleri anlatmaya telaşına düşen insanlar da Cassandra gibiyiz. Tabii ki bizimki kehanet değil, basit bir öngörü. Cemaat konusunda da, açılım konusunda da, kadrolaşma konusunda da, ekonomi konusunda da, dış siyaset konusunda da, işte içinde bulunduğumuz zaman dilinde en çok gündemde olan plansız bir şekilde ülkeye giriş yapan Suriyeli ve Afgan konusunda da biteviye uyarı yaptık, yapıyoruz. Ama her defasında haklı çıktığımız halde lanetlenmişiz, sözümüze itibar edilmiyor. Sorun şu: Genelde tüm dünyada, özelde Türkiye'de bütün siysetçiler, siyaset içindeyken gerizekalıdır. Siyaset dışındayken kendi alanlarında çoğu çok değerlidir. Örnek mi vereyim: dünyanın en iyi fizikçilerinden sayılan Erdal İnönü, mühendislik alanında müthiş işler yapmış Necmettin Erbakan, daha eskiye gidelim, talebelerinin: "Politikacı Fuad Köprülü, büyük alim Köprülüzade Fuad Bey'i öldürdü" diye tanımladığı Türkiye'de edebiyat ve tarih deyince ilk akla gelen, ekol yaratan, fakültelerde kürsüler verilmiş Demokrat Parti'nin kurucularından Fuad Köprülü. Ve daha niceleri. Emin olun mevcut hükümetin üyelerinin çoğu siyaset dışında olsaydı bu göçlerin karşısında durur, olumsuz görüş bildirirdi. Ama siyasete girince kafa değişiyor. İşte yazıdaki Halife Osman'ın da kaderi öyle oldu. Bunun nedeni ne peki? Bana göre: bir grubun zeka ve zihinsel kapasitesi, o grubun içindeki en gerizekalı bireyin seviyesine eşittir. Haliyle bütün siyasetçilerin baz aldığı, politikalarını ürettiği kişi o "gerizekalı" eksininde oluyor. Bir süre sonra da kendisi gerizekalı oluyor.
08 Ağustos 2021, 16.35
yazının başlığını okuyunca devamını okumayan bır benmıyım ?

Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın