gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Her Şey, O Selamı Almamakla Başlar!

07 Nisan 2025, 11.35
A- A+
          “Cafe” fransızca kökenli bir isim olup, "Kahve içilen yer" anlamına gelmektedir ve doğru yazılış şekli de "Cafe" değil, "Café"dir… Yani “E”nin üzerinde şapkası vardır, söylerken ağzımızdan ö ve e karışımında çıkmalıdır.
İnsanın ağzı tuhaf bir hal alıyor!
Öff niye bu kadar ayrıntıya giriyorsam! Türkçesini kullanacağım; kafe!

Bir anlığına, Gamyun’un gerçek hayattaki versiyonununda olduğumuzu düşünelim…
Kocaman bir mekan ve masalarda 2-3-4 kişi oyunlar oynuyorlar.
Kafe dolunca kapı kapanıyor, içeri sadece yakasında yıldız işareti olanlar giriyor, yani elitler.
Masalarda oturanlar isim sırasına göre oturuyorlar, ön taraflar daha havadar o yüzden “ünlem boşluk boşluk boşluk isim” yapmak bu anlamda fayda sağlıyor…Hem çıkışa da yakın ya, yangın çıksa kendilerini dışarı atabilirler, yanan gene biz fakirler!
İçeri yeni girenler, dialoğu olanlar tarafından muhteşem karşılanıyorlar.
Hatta o karşılamayı yeniden yaşamak için kafe’den çıkıp çıkıp tekrar girenler bile oluyor.
Fatmagülümmmsmile Resmi (Yani elinde çiçek)
Faruğummmmmsmile Resmi (Yani elinde Kupa bardağı)
Hatta masalarda, erkek erkeğe çiçek verdildiğinde, “Hayırdır birader” diyeni bile çıkabiliyor ve nihayetinde kavganın sonu kapı önüne atılmakla bitebiliyor.
Bu karşılamaların kıskananları da oluyor elbette!…
-Mustafa lan!
-Noldu Şinasi!
-Bizi ne zaman böyle karşılayacak birileri olacak?
-Eve girince karı bile yüzümüze bakmıyor sen karşılama istiyorsun! Karşılama zengin işi olm, sus da hatunlu banko masası bak!
-Şurada var sanki…
-Orası olmaz olm, masada bi dünya fıstık yenmiş, daha maaşımızı almadık!
-Haftaya elitim bitiyor abi, bir el atsamıydık? Belki oradan çıkarırdık?

Masaların başlarına tabelalar konulmuş, oyun sayısını gösteriyor, isteyen de ona göre oturuyor.
Bir de oyunda başarılı sayılan usta oyuncular var ki, onlar aynı renk giyinmişler, hepsi kırmızı.
Siyah giyinenler acemi, mavililer yolun başında, yeşilliler çırak, sarılılar kalfa hemen anlıyorsunuz.
Kimi zaman, içeri giren kırmızı giyinenler arasında, kendilerini dünyayı kurtaranlar olarak düşünenleri bile görebiliyorsunuz.
Battal’ın Gazi’sini, Matrix’in Leo’sunu; Tomb Raider’in Lara Croft’unu, Zeyna’sını karşınızda bulabiliyorsunuz.
Çok renkli bir dünyanın içindesinizdir ve bu kafe, sizi saatlerce eğlendirebiliyor.
Masalarda kavgalar, salondaki o gürültünün içerisinde geçen cümleleri yakalayıp ispiyon etmeler, sonucunda ensesinden tutulup kapının önüne bırakılan herifleri/kadınları izlemek başka bir keyif kimi için.
Amacınız sadece oyun oynamaksa, o zaten beleş!
Sıklıkla geldiğiniz bu kafe’de e mecburen gözünüze birileri ilişebiliyor…
Örneğin birini orada görmek, belki bir defa oyun oynayınca onu farketmek, ya da selamla başlayan bir dialoğun ardından onu hafızaya yerleştirebiliyorsunuz. Kısaca aşina oluyorsunuz ve sonra ister istemez gözleriniz herdaim onu aramaya başlıyor.
Gözünüzün aradıklarını, yani alıştıklarınızı görünce sebepsizce mutlu olmaya başlıyorsunuz…Hani konuşmasanız dahi, aynı havayı soluduğunuz yerde olmak bile sizi mutlu edebiliyor.
Bazen birlikte oyun oynuyorsunuz ama aslında amacınız oyun oynamak olmuyor, onun bir çift sözünü duymanın mutluluğunu içinizde yaşayabiliyorsunuz.
Kaybettikçe kaybedesiniz geliyor, sicilinizdeki “Kaybettiği Oyun Sayısı” umurunuzda bile olmuyor.
İşte bu duygularla oturduğunuz masada, o önemsediğiniz kişi verdiğiniz selamı almıyor!
Bak şimdi…
Oldu mu bu?
Üzülüyorsunuz, sandalyeyi itip kalkıyorsunuz, başka masaya gidip kazanarak sinirizi çıkarmaya çalışıyorsunuz!
Oysa farenin küstüğü dağın haberi bile olmuyor bundan…
Ardından kendinize kızıyorsunuz, “Sanal konular için dert ettiğin şeye bak!” diyorsunuz ama gözünüzü onun masasından, daha doğrusu ondan hiç ayırmıyorsunuz!
Sen sanal şeylere pek kafayı takmazdın, hayırdır?” diye sorguluyorsunuz kendinizi ama ertesi gün o kafeye tekrar gittiğinizde, bir gün boyunca onun oraya gelmemesininin nedenini araştırıyorsunuz…
Birilerine soruyorsunuz, dolayısıyla duygularınızı deşifre ediyorsunuz ve sonunda her şeyi açığa çıkardığınız için de, ince bir pişmanlık yaşıyorsunuz.
Neymiş selam almamışmış!
Ya günde 10 kere, farklı masalarda karşılaştığın aynı insanlara selam vermek ve almak yanlış bir şeyse? Ya doğru olan selam vermemek ve almamaksa?!” tümevarımlarla boğuşurken gözünüz hala onda ve hareketlerinde oluyor.
Oysa bilmediğiniz bir şey vardır…Ya almadığı o selam, o güne kadar oluşmamış samimiyetin “Merhaba”sı olmuşsa?!
Ne kadar hapsederseniz hapsedin, eğer ruh ona gitmeyi kafaya koymuşsa, ister sanal ister gerçek; size fırındaki sütlacı da yaktırır, ocaktaki yemeği de!
Ne demiş Oscar Wilde ağabeyimiz?…
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

YORUMLAR

07 Nisan 2025, 14.15
Bu blogun icindeki mesajin evrene ulasmasinin ardindan nereye ulasmak istedigini ben goruyom. Usenmeyip bu kader uxun yazisinin bir sebebi olmali da sabahin korunded sana bunu yazdirmis . Hij biseyden pismalik duyma yaktigin yemeklerede takilma elbet birgun yapan bulunur. Hani bacaklarini kiriyodun ... ha dogru onze tanisman lazimdi ama sana bisi deyimi benden once  davranma ogluma alacam .:)
07 Nisan 2025, 17.30

Yine muhteşem bir analiz ve muhteşem bir anlatı…

O değil de, mizah ve günlük gözlemlerle başlayıp insan ilişkilerine, aidiyete, görünme ihtiyacına, hatta sevgi ve değersizlik duygularına kadar nasıl böyle katman katman alt metin yazabiliyorsun, bir ara bana da öğret. (Kıskandım.)

Şimdi esas yoruma geleyim…
(NightCall damarına bu kez gerçekten bastın dostum. :)).)

Kafe mi dedin? Ben oraya hep geç kalıyorum. Neyse ki kapılar 7smile Resmi açık.
En köşede, sandalyesi kırılmaya yüz tutmuş, üzeri çizilmiş bir ismin arkasında oturuyorum. Çaktırmadan ortamı gözlemliyorum.

Gelenlerin çoğu oyun oynamak için bir araya geliyor ama oyun sandıkları şeyin çoğu, aslında görünme arzusu, beğenilme beklentisi ve unutulma korkusunun maskelenmiş versiyonları. (Bu bir ayıplama cümlesi değil. Bende onlardan biri olabiliyorum. Bunlar hep yalnızlıktan!)

Başa konan ünlemler, alınan rozetler, oturma sıraları… Hepsi bir tür görünürlük stratejisi. Kimin öne çıkacağı, kimin göz önünde olacağı önceden çizilmiş gibi. Belki de bu sadece oyun mekaniği değil; insan doğasının sahneye çıkma ihtiyacının yansıması.

Ne demiştin, selamlamalar…
Kalp, çay, sarılma, öpüşme, çiçek, böcek… 
Ama karşılamalar bile eşit dağılmıyor. Bazı isimler selamları biriktiriyor, bazıları ise hiçbir zaman duyulmayan bir “merhaba”yı cebinde saklıyor.

Alınmayan selama neden kızarız ki? Sanırım, selam burada sadece bir jest değil; bir varoluş teyidi.
Amaç gerçekten sadece oyun oynamak mı, yoksa oyunun içinde oyun döndürmek mi? (Bu da ayrı bir tartışma konusu ya neyse, oralara girmeyeceğim.)

Kırmızı giyenler, siyahlar, ustalar, çıraklar…
Kim kime ne söylemiş, kim kimden kaçmış, kim kimden ne diye selamını saklamış…

Bazı insanlar selamı unutmaz, bazıları hiç hatırlamaz.
İnsan, en alakasız yerlerde bile bağ kurar. Oyun da olsa, ekran da olsa…Bir selam, bir bakış, bir karşılaşma bazen kalbe değebilir. Çünkü hisler, mekanı ya da mecrayı tanımaz. Nerede görünmek isterse, orada ortaya çıkar.

07 Nisan 2025, 19.49
Gerçek hayata uyarlanmış halini düşününce komik oldu. Salona girişlerde serpilen çiçekler ve sahiplenme tadında isimler söylemek banada ilginç geliyor. Oyun oynamak için girdiğimiz bazı anlar lüzumsuz insanlar yüzünden güzel geçmeyebiliyor. Ruh halin belliki bir senepten çok etkilenmiş o sebebe teşekür edelim bari güzel anlatımdı.
07 Nisan 2025, 20.28
tebrikler başarılı bir çaşışma  ve okudugum ikinci blog yazısı ilk blog yönetici bloguydu uzun zaman
sonra okudugum bir blog güzeldi.. 
07 Nisan 2025, 21.17
Sevgili Yelove.. diye başlamayacağım elbette mektup yazar gibi ne o öyle:)


Ruhum gerçekliğe, derinliğe ve içtenliğe duyarlı.. Bu blog tam da böyle. Derin, gerçek ve samimi. Keyifliydi, okurken gülümsedim :) emeğine sağlık yeloveeeeeeee smile Resmi
08 Nisan 2025, 11.47
                  Selam vermek sünnet, almak ise farzdır diye daha dün okudum bir yerde. Zaten bir görgü kuralı olarak eğer gördüysem selama mutlaka selamla cevap veririm. Eğer diyorum çünkü ilaç içerken,  çay termosuna uzanırken ,tv bakarken arada  göremediğim selamlar varsa affetsinler beni.
                  Masa da ,okey atanı '' tebrik etmeler , iyi oyunlar ve benzeri konuşmaların hiç biri  bana samimi gelmiyor . Kırk yılın başı iki defa üst üste okey attığım bir oyunda, daha önce selamlar ,iyi oyunlar ve saire diye ağzından bal damlayan oyuncunun hakaretine  varan kelimelerine maruz kaldığımdan beri , konuşmayı kapattığım masada oynuyorum. O sebepten hiç birini yazmıyorum, hatta cevap ta  vermiyorum. Kötü biri olduğumdan değil, tam tersi kötülerle muhatap olmamak için böyle yapıyorum.
                   Geneldeki  konuşmaları ,atışmaları severek okuyorum. Keşke herkes yazabilse de, biz fakirler okuyup teselli olsak.
                    Tüm Gamyun camiasını ilgilendiren,  çok  beğenilesi çok güzel bir yazıydı. Emeğine sağlık.
13 Nisan 2025, 23.50
Yazı, günümüz insanın sanal ortamdaki ilişkilerine, özlemlerine, hayal kırıklıklarına ve  yalnızlığına dair izler taşıyor.Mizah,analizler ve tespitler yerinde.Oscar Wilde'nin sozuyle o his, o bağ, içimizde bir yerlerde yaşamaya devam eder diyor.Bazen kendi ellerimizle uzaklaştırsakta yok saysakta...(Ocaktaki yemek ne oldu?)
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın