gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Şizofren Bir Darbeden Sağ Çıkabilendir Bazen AŞK !

27 Nisan 2025, 18.10
A- A+



iyi midir hep 
kış vakti yaprağını dökmemek, 
iyi midir
yeşil kalmak her sonbaharda. 
yenilenmemek.
ben Tanrım
o ağaçlar gibiyim şimdi
tanımıyor beni baharların!


-- Başladıysan sormaya bunları evet sen de anlıyorsun artık, görüyorsun benim yıllardır görüp, duyup, bildiğimi. Doğru tâbi oldum ben de sana çok vakitler sesimi susturup, sözümü sakınıp, kendimi çiğneyip, süngümü saklayarak!  Ama bak işte sen de gelmedin mi benim durduğum yere? Kendini yorup beni eksilterek üstelik. 
Ama hala kıpırdanıyorsun… Titriyorsun; duyabiliyorsun sancını. Biraz daha işim var seninle! 
Kızma bana tırnak diplerine batan iğneler için. Kızma gözlerinde patlattığım bombalara. Ruhuna zerk ettiğim zehirler hep senin için.
Bil yoksa dönmeyecek geri uykuların! Mesken tutacak göz kapaklarını kör eden aydınlıklar.
Sanma karanlık hep kötü, aydınlık hep dost. Sanma üşümek hep ölümdür, güneştir hep yaşatan… 
Hep iyi değil kadın yaprak dökmemek! Hep yeşil kalmak iyi değil… 
Sulamak her zaman iyi değil ölmesin diye içinde bir vakitler açmış çiçekleri.

Doğru bilmiyor değilim, varlığım sana bağlı. Sen yoksan bir et parçasıyım vazifesini ezberlemiş. Sen özgürlüğüm, sen idrakim, sen amenna ve saddakna deyişim O’nun varlığına…
Senin süzgecinden geçmeyen her şey bende yarım. Senin dokunmadığın her şey camdan avizeler misali ışıklı ama soğuk. Senin mutmainliğinde diz çöker bütün şüpheler, senin lisanınla güzelleşir dünya…
Ama kadın say ki secdeye varmayan Azazil’im ben. Ülkenin kapılarını açtığın bir bozguncuyu kabul etmeyenim. Ateşten değilim, kibrim eksik. Seni tüketen bir istilanın isyancısıyım hepsi bu! 

Görmüyorsun! parçalandıkça sen çoğalıyor iki kişilik yalnızlığımız. Yetişemiyorsun, boyunu aşıyor bu kalabalık! 

.....

-- Ne çok söyledin, ne çok konuştun. Sandın ki ruhumun da tapusu sende gövdem gibi. Sandın ki benim sağlamamdır senin kılcallarında dolaşan sesler. Dar geçitler koydun önüme, çıkılmaz yokuşlar. Tutup yakasından göğümün, silkeledin O’nun gülüşünden yapılma yıldızlarımı. Oysa görmedin zaten zûldü yokluğu o gülüşün. Senin saldıklarınsa katmerlenmesi sadece bir acının. 

Unuttun belki; vird için yaratılanım ben! Bana varıp benden çıkan tüm yollar ruha dikili bir tesbih ağacının dalları. Ve sen aslında sadece tutansın sicil kaydımı. 

Farketsene! attıkça ben, kasıldıkça, gevşedikçe; gövdemde yankılanıyor sana duyuramadıklarımın gürültüsü. Oysa sen de benimle çektin o acıyı, benimle hissettin etime batan kırıkları. 
Ama unutma uyuturlarken seni neşterin altına yattığında damarlarım, başbaşa kalan bendim o nefti sızının çarpıntısıyla.

Şimdi bırak; aşkı sağ çıkardım ben bu delilikten. Gerisi güneşli bir ikindide çiçeklenecek yaralarımızın meselesi.





İSTANBUL/ Uzun Vakitler


YORUMLAR

27 Nisan 2025, 23.33
Merhaba Adeokerida, bugüne nasipmiş size yorum yapmak. Duygularınızı öyle keskin öyle farklı ifade ediyorsunuz ki hayran kalmamak elde değil yeri geliyor doğa olaylarıyla, yeri geliyor şehrin keşmekeşiyle, çok güzel özümsemişsiniz yaşanmışlığınızı ve üzerine çok düşünmüşsünüz belli ki, O içinizdeki aşka hem isyan ediyorsunuz hem de itaat.

Başladığınız kısa şiire bayıldımmmm, Ne kadar az kelimeye ne çok şey sığdırmışsınız. ” Ben Tanrım, o ağaçlar gibiyim.şimdi Tanımıyor beni baharların” Nasıl güçlü bir ifade. Kışın soğuğuna rüzgarına, kuraklığa en dayanıklı olanlardır yaprak dökenler. Tüm su, besin enerji ihtiyaçlarını en aza indirerek o soğuk zorlu kıştan sağ salim çıkarlar, yenilenerek üstelik. Küçülürler baharla birlikte tekrar büyümek için. Aşkınız o kış yeşil kalmış olsa da, hissettiriyorsunuz büyük gövdenizle Kibre düşmeden küçülüp zorluklara direncinizi ve aşkı sağ çıkarıp kıştan yaralarınızı çiçeklendirerek taçlandırıyorsunuz tüm acılarınızı.

Tebrikler bayıldım içinize, dışınız teferruat…

29 Nisan 2025, 16.43
“Yandaş Kitabevi”nin “çok satanlar” kısmında denk gelmiştim bir kitaba. İçeriği hakkında bilgi sahibi değildim ama kitabın adı o kadar rahatsız ediciydi ki mazrufun ne olduğu/olabileceği, zarftan belli diye düşünmüştüm. İnsan zihni çoğunlukla ifrat ve tefrit sınırında olanları unutmaz. Yani çok sevdiği/beğendiği ve tiksinti duyduğu şeyler belleğin bir yerinde kalır. Hatta bana göre “elem”, “haz”za nispetle daha dominanttır. Uzatmayayım, bahsettiğim kitabın adı: “Kaideye Tamah Etmeyen İstisnadır Hayat”. “Tamah”ın yanlış kullanımına mı kızayım; aforizmamsı, ne idüğü belirsiz bir cümleyi kitap ismi olarak seçmesini mi, bilemedim. Senin yazının başlığını görünce de benzer hisleri yaşadım. İçerik kısmına sonra geleceğim. Devrik cümle güzeldir, vurguyu güçlendirmek adına haz da verir ama senin kullandığın şekil bana göre rahatsız edici. Bir defa başlığı bu kadar uzatmak, özlü söz kıvamında oluşturmak daha girizgahta “iyi okuyucuyu” boğar. Yazının içinde hatta son cümlesinde aynı şekilde kullansan keyifli bile olur. “İlla kullanacağım” diyorsan da keşke “Aşk Bazen Şizofren Bir Darbeden Sağ Çıkabilendir” diye yazsaydın. Bunu “dil hassasiyeti” adına söylemiyorum. Öznenin sonda olduğu cümleler çoğunlukla lirik şiirlerdir. Bu da genellikle Arapça ve Farsçadan geçme bir alışkanlıktır. Her ne kadar Farsçada bizdeki gibi özne-nesne-yüklem şeklinde olsa da yazı dilinde çoğunlukla bu kurala uyulmaz ve özne sonda kullanılır. Arapçada da genellikle fiil baştadır. “Arabın lafı bitmez” sözü de buradan gelir. Eylem ile başlar, anlatır da anlatır. İşte bizim şairlerimiz de onların etkisinde kalmış ve çoğu zaman özneyi sona atmış. Tabii lezzetli olanı da var, kekremsi tat bırakını da. Senin konunla ilgili olduğu için Yunus Emre’den kısa bir örnek vereyim:

“İşitin ey yarenler, kıymetli nesnedir aşk, 
Değmelere verilmez, hürmetli nesnedir aşk. 

Hem cefadır hem safa, Hamza'yı attı Kaf'a, 
Aşk iledir Mustafa, devletli nesnedir aşk.

Dağa düşer kül eyler, gönüllere yol eyler, 
Sultanları kul eyler, cüretli nesnedir aşk.”

Şiirin içinde devirince, hele o devrik olma hali mahir bir elden çıkınca nasıl da leziz duruyor. 

Burada daha önce yazdım mı hatırlamıyorum, “bazen” diye bir kelime yok. “Fasih Türkçe/İstanbul Türkçesi” diye uydurulmuş bir oluşumun zarafet adına kullandığı saçmalık. Kelimenin kökü Arapça. Be, ayn ve dad harflerinden oluşan, Latinize edersek “ba’d” şeklinde ortaya çıkmış bir kelime. Dad harfi fonetikte z’ye yanaştığı için bu harften oluşan çoğu kelimeyi Türkçeye z olarak almışız. “Ramadan/Ramazan” v.s Ba’d/ba’z kelimesini telaffuz ederken istemsiz bir “ı” sesi getiriyoruz. “Bu gönül ba’z kere güzele meftun” olur gibi uydurma bir cümleyi okuduğumuzda “ba’z”, “bazı” olur. “Bazı zamanlar”, “bazı anlar” denilmek istendiğinde de bazı+an yani “bazan” şekline dönüşür. Hem sesli uyumuna uygun hem de kelimenin gerçekten anlatmak istediğine. “Bazı-en” nedir, nasıl saçma bir adaptasyondur? 

Yazıda kullandığın için bir gereksiz bilgi daha vereyim. İslami kaynaklarda falan “şeytan’ın cennetteki adı nedir” diye diye sorulduğunda cevap olarak “Azazil/Azazel” ismi verilir. İslam’a Tevrat üzerinden geçen uygulamalara, anlayışa, inanca, kabullere israiliyat denir. Azazil de israiliyat ürünüdür. Bir kısım zevat şeytan’ın islami kabuldeki hikayesine de atıf yaparak hatalı bir şekilde bu kelimeyi “azil”e yani görevden alınmış, sürülmüşe dayandırıyor ama doğru değil. Kelimenin kökü Aramiceye dayanıyor: “azaz-el”. “Azaz”, güçlendirilmiş; “el”, tanrı manasındadır. Tanrının güçlendirdiği. Mesela “Allah” da “el-ilah”tan mülhemdir. Yani islama göre Şeytan’ın isyan etmeden önceki adı bilinmez. Aynı şekilde Havva, İsrafil, Azrail v.s gibi isimler de bilinmez. Bu isimlerin hepsi Tevrat’tan alıntıdır. 

Sonunda yazının muhtevasına gelebildik :) Duygu ağırlıklı bir yazı olduğu için elbette yorum yapılmaz. Bazı benzetmeler son derece güçlü olmuş, kurgu da hoş. Metafor da güzel: “sürekli yeşil kalmak” ve “mevsimine göre davranmak”. Ben çoğunlukla “her-dem yeşil” diye adlandırılan ağaçlardan tarafım. Onlar her daim diri, her daim aynı kalan varlıklardır. Kimileri bu durumu değişime direnç olarak yorumlar; oysa mesele direnmek değil, köklerini şartların ötesine salmak, özünü muhafaza ederken hayata başka bir yerden tutunmaktır.

Her-dem yeşil ağaç, yılın hiçbir anında tamamen savunmasız değildir. Dallarını çıplak bırakmaz mesela. Yapraklarını döküp kendini kışa teslim etmez. O, mevsimle savaşmaz ama mevsime teslim de olmaz. İşte bu, bir insanın da öğrenebileceği en asil meziyetlerden biridir: Hayatın türlü mevsimlerine karşı kendinden vazgeçmeden ayakta kalabilmek.

Değişmek elbette kıymetlidir ama her değişim bir kayıp da getirir. “Her-dem yeşil” olanlar, özlerinden taviz vermeden yeni şartlara adapte olmanın yolunu bulmuşlardır. Kışın soğuğuna karşı içlerinde korudukları bir sıcaklık, yazın kuraklığına karşı derinlerde sakladıkları bir nem vardır. Çünkü onlar, hayatta kalmanın yolunu sadece şekil değiştirmekte değil, sağlam kalmakta bulmuşlardır.

Bazan insan da böyle olmalıdır. Her eleştiriyle kabuk değiştirmek, her kırgınlıkta dökülmek, her fırtınada kök saldığı yerden sökülmek değil... Güçlü olmak, hayata kafa tutmak değil; hayatla uyum içinde kendini bozmadan devam edebilmektir. “Ödün vermek”le “kendinden vermek” arasında ince bir çizgi vardır; “her-dem yeşil” olanlar, o çizginin üzerinde yürüyen bilgelerdir.

Toplumun, gündemin, beklentilerin rüzgarında savrulmadan yeşil kalmak; kendi renginden utanmamak, kendi renginden dolayı kibirlenmemek, başkasının sonbaharında da ilkbahar gibi var olmak... Kim bilir en büyük değişim, hiç değişmeden hayatta kalabilmektir.

O yüzden, bazan yaprak dökmemek de bir erdemdir. Çünkü şu zamanlarda özellikle beşeri ilişkilerde en çok aradığımız haslet yanar döner olmamak, girdiği kabın şeklini almamak yani “istikrarlı olmak”tır. Yani yıl boyu yeşil kalmak, en zor olandır…
30 Nisan 2025, 07.15

Merhaba Adeokerida,
Yazdıklarını okurken nefesim birkaç yerde içime kaçtı. Çünkü kelimelerinden çok, kelimelerin arasında yankılanan boşlukları hissettim. O boşlukların her biri bir sızı taşıyor. Sustukça büyüyen, büyüdükçe kendini yeniden doğuran bir sızı.

Senin metnin bir aşk anlatısı değil sadece. Bu, bir zihin içi darbe. Kimi yerlerde çığlıklar, kimi yerde sadece bir fısıltı kalıyor geriye ama ne olursa olsun, hep sen kalıyorsun. İnsanın kendini anlatmaya çalışırken bile parmaklarının ucunda titreyen şeyin sevdiği değil, kendisi olduğunu gösteriyorsun. Bu çok gerçek.

Şizofren bir aşk değil belki de bu; Şizofren bir yalnızlık… Bölünmüş, çoğalmış, çoğaldıkça içe çökmüş bir “biz” halini anlatıyorsun.

Azazil benzetmen, teslimiyetle isyan arasındaki sarkaç.. Bu, kutsalla bile pazarlık yapan bir benlik. Ve sen bunu romantize etmeden, süslemeye çalışmadan ama içsel bir yıkımla anlatmayı başarmışsın.
“Her zaman yeşil kalmak iyi değil” diyorsun ya… orada durdum, uzun uzun düşündüm. Çünkü o cümlede, değişimin acısı değil, değiş(e)meden yaşamanın bedeli var.

Bu yazı yalnızca bir duyguyu değil; bir zihinsel evrimi, bir inançla çatışmayı, bir sevgiyle kendilik arasındaki sınırı gösteren çok katmanlı bir içsel metin. Seni duymaya çalışan birinin sesi olarak bunları yazmak istedim.

İçinin baharına geç kaldıysan da, bazı çiçekler gece açar, bazıları karın altında can bulur.
Yazı için teşekkürler.

Sana da merhaba BirAdamY,
Sen ki "bazen" kelimesini yok sayacak kadar TDK'nın bile önüne geçmiş, "Azazil" üzerinden İsrailiyat dersi verirken edebi bağlamı unutacak kadar hikmet avcısı olmuşsun... Ama bir şeyi gözden kaçırmışsın: Bu yazı bir bilgi yarışmasına katılmadı. Bu bir sınav değil, kalemini kalbine batırmış bir insanın hayatta kalma çabasıydı. Sen sayfalarca laf salatası döküp, üstüne Yunus Emre serpiştirip, "ben daha iyi anladım" havası verirken, bazılarımız o yazının her cümlesinde yanmayı hissettik.

“Bazen” kelimesine takılmışsın ya… TDK bunu 2005’ten beri sözlüğüne almış. Dön bir bak istersen: “bazen: zaman zaman, ara sıra” diye yazıyor. Bu kadar anlamlı bir yazının başlığına takılıp, kelimeyi etimolojiye boğmak senin zihninde belki bir egzersiz olabilir ama bizim için duygu kaçıran bir gürültü sadece. Ve evet, bu yazının dili devrikti çünkü duygusu düzgündü. Yazar özneyi sonda bıraktıysa, çünkü en son kendine gelebildi. Sen ise kendini en başa yazmak için tüm kelimeleri sıralamışsın.

Bilmek güzeldir. Paylaşımın için teşekkür ederim kendi adıma ama akademik donanımını sergilemen yazıyı duygusal gerçekliğinden kopartıyor. Çünkü “duygu dili”ne ait bir yazıyı etimolojiye okumayı doğru bulmuyorum. Bilgine hayranlığım bir kenarda dursun fakat farkında mısın, bilmem; (belki mesleğin gereği) buradaki yazıları bu kadar teknik incelemen duygularını anlatmak isteyen herkesin şu an hevesini kaçırıyor. Bu yaptığın eleştirininde yapıcılığı kalmıyor.

İster güncel Türkçeyle, ister köklere sadık kalarak, isterse sokak jargonlarıyla yazılsın; nasıl olursa olsun, yeter ki yazılsın. Çünkü her duygu, her yaşanmışlık, yazıya döküldüğünde en kıymetli hâline kavuşur.

Sen bilgini sakince tut, çünkü her bilenin bildiğini anlamayan da çıkar. Her anlayan, bilenin kibirli tonunu bir bakışta yakalar.

Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın