gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Ruhuyla Vedalaşmış Bir Kadının Portresi

05 Mayıs 2025, 12.57
A- A+
Yüreğinde yalnızca sessizlik vardı. Zamandan, mekândan ve solgun hatıralardan süzülerek gelen bir sessizlik...

Geriye kalan bir bedendi. İnce, narin ama yılların yükünü taşımış, vaktiyle zarafetin timsali iken şimdi adeta tefekkür hâlinde bir yorgunlukla sarılmış bir beden. Bu dünyaya aidiyeti görünüşteydi sadece. Asıl varlığı, çoktan başka bir diyarın, belki de zamansızlığın hudutlarına karışmıştı.

Yüzü, zamanın nazik dokunuşlarıyla derin bir ifade kazanmıştı. Keskin bir çene hattı, yumuşakça belirginleşen elmacık kemikleri... Bir zamanlar ışıldayan teni, artık biraz solmuş ve mat bir dokuya bürünmüştü. Göz çevresini saran ince çizgilerde, suskun geçirilen gecelerin, içine gömülen acıların ve kelimelere dökülmeyen özlemlerin izi birikmişti. Uzun boynu, belli belirsiz kırışıklıklarıyla geçmişe tutunan bir sadeliği taşıyordu. Onun yüzüne bakan biri, yalnızca bir çehreyi değil, zamanla işlenmiş bir duygunun, ağır ağır susmaya yazgılı bir hikâyenin izlerini görürdü.

Saçları, bir zamanlar yumuşak dalgalarla omuzlarını saran, parlak ve sağlıklı bir parıltıya sahipti. Ama şimdi, birkaç telin incelmiş, solmuş olduğunu görebilmek mümkündü. Yavaşça geriye doğru toplanmış, incelikle bağlanmıştı. O saçlar, şimdi her zamankinden daha solgun bir kırıklık taşıyordu.

Gözlerinde karanlık bir durgunluk vardı. Bakışları, karşısındakine değil, onun ötesine, hatta çok daha ötelerine, geri dönmesi mümkün olmayan bir yere yönelmişti. Gözleri ne bir şey anlatıyordu ne de bir şey soruyordu. Yalnızca suskun kalmayı seçmiş bir iç dünyanın kapanmış pencereleriydi. Eskiden pırıltılı bakışlarını yansıtan birer ayna olan bu gözler, şimdi yalnızca solgun bir perde gibi içeri hiçbir ışık almaz olmuştu.

Dudakları, ne ince ne de dolgundu, ancak artık bir solukluğu, yarım kalmış bir hüznü barındırıyordu. Yıllar önce gülüşüyle etrafına neşe dağıtan o dudaklar, şimdi sıkıca kapalı, susturulmuş bir acıyı gizliyordu. Belki bir zamanlar gülmüştü, belki o gülüşle birilerini iyileştirmişti. Şimdi dudakları, her sözün gereksiz olduğu bir sessizliğe mühürlenmişti. Bir tebessüm gelir gibi olduğunda, o da hemen geri çekiliyordu. Sanki gülmenin bile yersiz, hatta namahrem sayıldığı bir yası tutuyordu.

Yürüyüşü ölçülü, adımları yavaş ama kararlıydı. Vücudu hâlâ zarifti, ancak her adımında bir ağırlık vardı, sanki geçmişin yükünü sırtlanıyordu. Yönsüz bir şekilde dolanıyor ama yine de her adımıyla geçmişine biraz daha yaklaşıyordu. Bedenini taşıyan bir irade vardı, ama o iradenin sahibi çoktan gitmişti. Ayakları yürürken, zihni çoktan uzak kıyılarda, belki çocukluğunun taş sokaklarında belki de meçhul bir hüznün eşiğinde, ismi bile anılmamış bir kederin koynunda bekliyordu.

Elleri sanki görünmeyen bir şeyi tutuyormuş gibiydi: belki kaybettiği bir çocuğun eli, belki bir zamanlar sevdiği birinin sıcaklığı. Parmak uçlarında, zamanın kazıdığı duyguların donuk bir tortusu kalmıştı. Dokunduğu her şeyde bir iz arıyor, ama yalnızca boşlukla karşılaşıyordu.

Çevresindekiler ona seslendiğinde, o sesi duyuyor ama işitmiyordu. Sözcükler ona ulaşıyor, ama içeri girmiyordu. Tepkileri nazik ama durgundu; sanki başka bir zamandan ödünç alınmış bir kibarlıkla yanıt veriyor, sonra yine içine kapanıyordu.

İçinde sessiz bir çöl vardı. Duyguları çoktan toprağa karışmıştı. Düşünceleri ise yalnızca geçmişten kopmuş parçalar hâlinde savruluyordu. Sanki bir zamanlar içinde çiçekler açan bir bahçe vardı ama artık hiçbir şey yeşermiyordu. Şimdi çölleşen bu bahçede yalnızca sessiz bir terk ediliş hüküm sürüyordu.

Yaşamıyordu ama ölmemişti de. Kalbi, kendi sessizliğine gömülmüş bir sonsuzlukta atıyordu. Artık hissetmiyor, direnmiyor, umut etmiyordu. Tıpkı uyanınca neye ait olduğu hatırlanmayan bir rüya gibiydi.

Ruhuyla çoktan vedalaşmıştı, fakat bedeniyle hâlâ geziniyordu. Sadece yürüyordu, her adımı, biraz daha silinmenin zarif ama ürkütücü eşiğine doğru ilerliyor, sanki kendini unutturmanın sanatını icra ediyordu.




Fikret Kızılok - Bir Harmanım Bu Akşam
https://www.youtube.com/watch?v=Z3DKKBQMH9o

YORUMLAR

05 Mayıs 2025, 16.45
Çok derin, çok güzel yazıyorsunuz smile Resmi
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın