BEYAZ..
06 Ekim 2025, 15.53 A- A+
Gece…
Karanlıkta magirüs marka eski minibüsün kısık farları çelik gibi soğuk havayı belli belirsiz aydınlatıyordu.
Abisinden kaçırmaya çalıştığı gözlerini ve kıpkırmızı yüzünü yan koltuğa doğru hızlıca çevirdi. Aynı anda o muhteşem sarı saçları ile Ayşe de ona doğru bakıp gülümsedi. Yanındaki Selin’in kulağına bir şeyler fısıldadı, gülüştüler. Kafasını tekrar geri çevirdiğinde abisi ile göz göze geldi. Abisinin yüzünde yine aynı soğuk ifade vardı. Heyecanla bir şeyler söylemeye çalıştı. Abisi sadece saçlarını okşadı. Ama surat ifadesi yine soğuktu. Konuşmak istiyordu. Anlatmak istiyordu. Belki de ilk defa âşık olmuştu. Abisinden başka konuşacak, anlatacak kimi vardı?
Yetiştirme yurduna geldiklerinden beri abisinin suratındaki ifade hep aynıydı. İki haftadır hiç gülümsediğini görmemişti. Her şeye temkinli yaklaşıyor, sürekli diğer çocuklardan onu korumaya çalışıyordu. Doğru düzgün konuşmuyordu bile.
‘’Abi’’ dedi sesinin en tatlı haliyle, biz hep burada mı kalacağız artık
Abisi konuşmadı, kafasını camdan dışarı doğru çevirdi. Tam abisine bir şey daha diyecekken parlayan ışıkları ile dönme dolabı gördü. ’lunapark’’ diye bağırdı
O kadar yüksek sesle bağırmıştı ki arka koltuklardaki çocuklar gülüştüler. Aslında lunaparkı ilk defa görmüyordu. Ama lunapark açık değildi. Önünden geçerlerken kaç defa merak ile bakmıştı. Atıl durumdaki lunaparkın dönme dolabının ışıklarını görünce heyecanını saklayamamıştı.
Aynı heyecanlı ses tonu ile. ‘’ışıkları yanıyor, görüyorsun değil mi abi ’’ dedi. Abisinin yüzünde bir korku ifadesi vardı. Neden korktuğunu anlamak istercesine şaşkınca abisine baktı. Eski magirüs minibüs lunaparkın yanından geçerken yavaşladı, yavaşladı ve durdu. Minibüsteki bütün çocukların yüzünde heyecan ve mutluluk var iken abisi elini sımsıkı tuttu. ‘’sakın yanımdan ayrılma’’ diye bu sefer korkutucu bir ses tonu ile konuştu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Minibüs neden lunaparkın önünde durmuştu, abisi neden bu kadar korkuyordu?
Minibüsün şoförü hiçbir şey konuşmadan aşağı indi, minibüsün kapısını dışarıdan açtı. Sanki bir sürüye yol gösteren çoban gibi çocukların aşağı inmesine yardımcı oldu. Hiçbir şey konuşmuyordu. Çocuklar, düzgün bir sıra halinde lunaparkın tonoz giriş kapısından içeri doğru girerken, aralarında gülüşüp şakalaşıyorlardı. Atıl lunaparkın içerisinde sadece dönme dolabın ışıkları yanıyordu. Atlıkarınca, gondol, çarpışan araba ve diğerleri karanlığın içerisindeki unutulmuş, paslanmış metal parçalarından öte değillerdi. Çocuklardan hiç biri bunu umursamıyordu. Far görmüş tavşan gibi etrafındaki hiçbir şeye bakmadan dönme dolabın parlayan ışıklarına doğru mutluluk ile yürüyorlardı. Sadece abisi farklı idi. Etrafını dikkatle süzüyor, bu arada elini daha bir sıkı tutuyordu. Elini o kadar sıkı tutuyordu ki, ‘’Abi canım acıyor’’ diyebildi sadece. Abisi alnından aşağı terler süzülen yüzünü ona doğru çevirdi. İki haftadan beri ilk defa gülümsüyordu belki de. Ama bu mutluluk ile oluşan bir gülümseme değildi, hissetti o korkmasın diye gülümsemişti abisi… Abisine bakarken kafasındaki doğum benini kaşıdı. Ne zaman heyecanlansa korksa istemsizce de olsa böyle yapardı.
Bu gülümsemeyi daha önceden biliyordu. Üvey babaları yanında getirdiği leş gibi anason kokusu ile eve geldiğinde, salonun köşesine sinen annesinin kucağına büzüşüp abisine bakarken yine böyle gülümsüyordu. Alnından aşağı süzülen terler ile ‘’bir şey yok, korkma’’ diye sakin bir ses tonu ile gülümsüyordu. Sahi anneleri neden terk etmişti onları? Neden sessizce polislerin onları almasına izin vermişti.
Kafasında sorular ile dönme dolaba doğru yürümeye devam etti. Dönme dolaba yaklaştıklarında öndeki çocuklara bakıyordu. Ayşe’nin örgü yaptığı sarı saçları dönme dolaba yaklaştıkça altın gibi parıldıyordu. Dönme dolabın önüne geldiklerinde tam kabinin içerisine ayağını atacak iken abisi sertçe onu dışarıya doğru itti. Sadece onun duyabildiği bir ses tonu ile ‘’Bir şey yok korkma’’ diye fısıldadı.
Korku ile ‘’Abi !’’ diye bağırabildi sadece...
Lunaparkta, artık paslanmış atlıkarıncanın dibinde oturan çocuk merak ile yerinden doğruldu, dönme dolaba doğru yürüyen çocuklara bakıyordu. Soluk renkteki yırtık kazağının kapatamadığı, üşüyen sıska ellerini cebine soktu. Biz bez parçası çıkardı. Bezi burnuna götürdü, derin bir nefes çekti. Memnuniyetsizce yüzünü buruşturdu. Hemen ayağının dibinde duran çamur rengi köpeğin yanındaki ufak pet şişeye doğru eğildi. Hafifçe sallanırken şişedeki sıvıyı beze döktü. Eski kirli bezi tekrar burnuna doğru götürdü, derin bir nefes daha çekti. Bir an duraksadı. Aniden simsiyah gecenin karanlığında parlayan mavi ışıklar gördü, sonra sarı ve sonrasında diğer renkler… Gecenin simsiyah karanlığında flaş gibi patlayan bir sürü renk. Dönme dolabın ışıkları yanmaya başlamıştı. Gözlerini kıstı, dönme dolaba doğru yavaş adımlarla yürürken çocukları seçmeye çalışıyordu. Dikkatle baktığında çocukların kanayan yüzlerini, uzuvlarını gördü. Karanlıkta altın gibi parıldayan saçları ile yürüyen ufak kızın yüzünde derin cam kesikleri vardı. Kızın yüzünden aşağı süzülen kanların sıcaklığını yapışkanlığını ellerinde hissetti. Korku ile elindeki bezi yere doğru fırlattı. Daha hızlı adımlar ile koşarcasına dönme dolaba doğru yaklaşırken diğer çocukları da artık daha net seçebiliyordu. Kolu kopmuş bir çocuk, karnındaki yaradan kanlar süzülen biri daha… Dönme dolabın kabinine biniyorlardı. Kabinler yukarıdaki parlak bembeyaz ışığa doğru yavaşça yükselirken içerisindeki çocuklar heyecanla gülümsüyorlardı. Dönme dolabın renkleri yukarıya yaklaştıkça gökkuşağına dönmeye başladı. Sırası ile kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, camgöbeği, mavi ve menekşe…
Durdu, gökkuşağının renklerine hayranlıkla baktı. Aniden renkler bir birine karışmaya başladı, önce gri oldu renk kuşağı, sonra ise siyah renkte bir toza dönüşmeye başladı. Siyah renkteki toz bulutu rüzgârın savurduğu yağmur taneleri gibi kabinlere doğru çarpıyordu. Çocuk şaşkınca gökyüzüne bakıyordu sadece…
Siyah tozlar çelik büyük bir şemsiyeye çarparcasına kabinlerden aşağı doğru süzüldü, süzüldü. Kabinlerin içerisinde çocuklar siyah tozdan bir haber gülerek mutlu bir şekilde ışığa doğru yükseliyorlardı. Bu arada siyah tozlar kabinin dibinde yerde yatan anca 7 yaşlarındaki bir çocuğun üstüne doğru yığılmaya başladı. Zavallı çocuk boğuluyor gibiydi…
Elini cebine attı, eski kirli bezi aradı yoktu. Az önce yere fırlattığını hatırladı. Olduğu yere diz çöktü. Gülmeye başladı. Çok komik bir fıkra dinlemişçesine yada bir komedi filmini izlerken ki gibi kahkahalarla gülmeye başladı. Sonra duraksadı. Elini sallanan kafasına götürdü. Kafasını iki elinin arasına aldı. Sıska çelimsiz elleri ile sıkıştırdı, sıkıştırdı…Ve birden olduğu yerden doğruldu. Hıçkırarak ağlarken yukarıya, beyaz ışığa doğru baktı, karanlık toz bulutunu gösterip sertçe bağırdı
‘’O! O bile senden daha adil!’’
Kar taneleri dökülmeye başladı, önce yavaş yavaş sonra hızlanarak. Kıstığı gözlerini yakarcasına parlayan beyaz ışıkla beraber kar tanelerinin buz kristallerini gördü. Sakinleşmişti nedense…Kristaller vücuduna her değdiğinde sanki asit gibi bedenini yakıyordu. Önce yavaş yavaş, sonra hızlanarak. Kar tanelerinin acıtarak yaktığı bedeninden aşağı süzülen kan değil simsiyah yapışkan bir şeydi. Hemen altındaki kar dökülen bu şeyden dolayı simsiyah bir renk almıştı
İstemsizce uzamış kirli saçlarının arasındaki doğum benini kaşıdı.
Son kabindeki diğerlerine göre daha büyük çocuğu görünce irkildi. Yere düşmeden önce son gücü ile sessiz bir çığlık gibi ‘’Abi’’ diye bağırabildi sadece…
Kazadan kurtulan son çocukta yıllar sonra ait olduğu beyaza dönmüştü o akşam…
https://www.youtube.com/watch?v=Ckom3gf57Yw&list=RDCkom3gf57Yw&start_radio=1


YORUMLAR