gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Köylü Kız!....

02 Mayıs 2012, 13.35
A- A+

                                          

Dağlardan inen arabanın tekerleklerinde çıkan ses ürkütücüydü, sanki o takırtılar insanın kafasına çekiçle vurulma hissi veriyordu. Koyu kırmızı renklerle örülü eşarbıyla yüzünü kapatan küçük kız gözlerini tozdan, topraktan korumaya çalışıyordu. Kendi kendine türkü mırıldayan babası yüzündeki kırışıklardan yılların yorgunluğu okuyabiliyordu. Nasırlı elinde tuttuğu eğri sopayla öküze var gücüyle vuruyordu.

             Baba kız köyde hiçbir zaman ele ele tutuşup dolaşmaya çıkmaz. Herkesin saygısı bir yerde başlar. Babasına su veren kız kesinlikle odadan çıkarken sırtı dönük odadan çıkmak, babaya ve misafire ayıp sayılır. Bu davranış ne kadar bağnazlıkla bağdaştırabilirsiniz bilmem ama ben bu hareketi saygıdan gelen davranış olarak kabul ederim.

Kız kaçıp uzaklaşmak istiyor. Kırlarda kuzularla birlikte oynamak istiyor. Üzerindeki masumiyeti bir kenara atamıyor. En sevimli haliyle etrafına gülücük dağıtıyor. Çeşmenin başında genç kızların yavuklarında bahs ettiği günleri hayal etti. Bir keresinde bir kızın elinde çok güzel mendil görmüştü, sıkılarak mendile bakmasını istemişi. ‘’Olmaz büyünce sende bu mendillilere sahip olursun’’ deyip kaçamak bir cevap almıştı. Tozlu topraklı bu yollarda Babası ona önce sevecenli bir gülümsemeyle bir bakış fırlattı. Çöküntü içindeki kızın ruh hali babasının bakışında hepten içine siniyordu. Aslında kız büyüdükçe aralarındaki masumiyette kalkıyordu. Onu ürküten bu yaşam biçimiydi.

Kızın erkek kardeşi olmadığı için babasına tarla işlerinde yardım ediyordu. Henüz on üç yaşındaydı. Kendisinden daha küçük sekiz kız kardeşi vardı. Yaş Aralıkları bir seneden fazla değildi. Zayıf ve güçsüz olmasına rağmen her türlü işlerde çalışabiliyordu bundan hoşnut olmasa bile. Kızın çalışırken çıkardığı ses derinliklerde çıkan iniltilere benziyordu. Ağır işlere alışık değildi küçük bedeni. Onun için kutsal değer; ailesine yardımcı olmak. Sırtında taşıdığı yükün ağırlığının altında ancak bu duygu ile dayanabilirdi.


Acı ve utanç verici her türlü dayatmaya karşı koyamıyorsun. Burada hiç kimse arzu duyulan her isteğin peşinde gidemiyor. Baba ya anneye karşı gelmek, günah işlemekle eş değerdir. Kimse hor görülmeler altında sevilmiyor burada. İşte bu yüzden yaşamak güç bölgelerden. Neredeyse hasta düşmek bile günah sayılır. İşte bu topraklarda küçülmüş insanlar, herkes hemen aynı şeyi ister.

Taşın üstüne çıkan arabanın tekerleği, arabanın sağ tarafını havalandırmaya yetmişti. Aslında sağ tarafta koşulu olan öküz taşı görmüştü. Yönünü değiştirmek istemişti ayağıyla taşı ezmek istemişti oysa o karşılığını görememişti, üstüne üstlük sağrısına sert bir sopa yemişti. elinde eğri sopası olan kızın babası o hareketi fark etmemişti. Arabanın üstünde sersemleyen baba kızın çığlığıyla irkildi.

Düşüyorum demeye fırsat bulamadan küçük kız tekerleğin altına yuvarlanmıştı. Birden arkasına bakan baba kızın elbiselerinin tekerleğe sarılı olduğunu fark etmişti. Sersemlemiş gibiydi. Hö!!! diyerek boğazı yırtılırcasına bağırdı. İki öküz sanki bu komutu beklercesine aynı anda durdular. Kendini arabadan atan baba, yıldırım hızıyla arabanın arkasına koşmuştu, kızının ayaklarını arabanın arkasında fark edince acıyla irkildi.

Tekerleğin altından çiğnenmişti kanlar içinde kalmıştı. Küçücük bedeni son bir kez titredi. Sanki çileli hayatını babasına göstermeye çalışıyordu. Çiğnenen bedenin karşılığını babasına ödetmek ister gibi. 

Baba çığlık çığlığa, haykırıyordu. Umutsuzca etrafına bakınıyordu kimse yoktu ortalarda. Çığlıklar karşı dağlardan yankılanıyordu. Bir an başı döndü dengesi bozuldu diz ütüne çöktü kaldı. Üzerine sanki kasırgalar esiyordu ağzında çıkan feryatlar fırtınalar kopararak köye doğru yankılanıyordu.

Baba kızının cansız bedeni karşısında, kayayı alıp başına vurup ölmek istediğini, eline aldığı taşı yüzüne iki sefer vurdu, tam bir daha vuracakken elini havadan yakalayan güçlü bir elin kolunda tutmasıyla son buldu. Ne yapıyorsun sakin ol.  Baba kızım, ‘’kızım öldü’’ diye sayıklamaya başladı. Adam eğilip arabanın altına baktığında, küçük kızın babasına son olarak fırlattığı bakışıyla dona kaldı. 

Baba, yanında gördüğü adamın kızını yaşatması için çaba harcadığını fark edince, bir an duraksadı. Sanki hareket etmezse adamın kızını yaşatacağını sanıyordu. Kızının öldüğünü bir türlü kabullenemiyordu. Adam kızın üstünde geçen arabayı az ileri alarak cansız bedenin güneşle buluşmasını sağladı. Baba ne yaptığının farkında değildi. Bu dünyada terk edilmiş gibiydi. Dokunaklı bağrışmalar anlamsız hareketler artık son bulmuştu. Kızının uykuya daldığını, sesiz olması gerektiğini küçük kızı uyandırmaması gerektiğini düşünüyordu.

Sadece etrafına bakınıyordu. Küçücük kızının toprakla buluşan kanına elini sürdü yerden bir avuç kanlı toprak aldı, önce yüzüne, sonrada göğsünün üstüne koydu. Haykırmak istiyordu duysun dağlar. Kim ısıtacak bundan sonra yüreğimi, kim uzatacak elini bana ah! Yavrum kor bir ateş koydun yüreğime. Babanın bağrışları yeniden başlamıştı.

Acı bağrışları ortalığı ürpertiyordu. Dile gelmez korkunç bağrışma. Kendine lanetler okuyordu bir yanda. Ah yavrum! Keşke üstüme yıldırım düşseydi,  Nedir? Bu işkence keşke ucu körleşmiş oklar bedenime saplansaydı.

Uzaklarda, ta uzaklarda toz duman içinde kızgın bir alev gibi, bağırarak bir kadın geliyordu. Acı haber tez ulaşmıştı. Başında yemenisi yoktu. Saçları darmadağın olmuştu.  Kollarını her havaya kaldırdığında yüzüne şiddetli yumruklar vuruyordu. Elini her yüzüne attığında dirhem parça koparıyordu. Gözlerinden dökülen yaşlar yanaklarından tırmaladığı yüzündeki kana karışıyordu. Bir şelale gibi yanaklardan aşağı süzülerek yüreğine doğru yol alıyordu.

Rüzgârdan savrulan bir dal misali sağa sola istem dışı sallanıyordu. Yoluna çıkan hiçbir şeyi görmeden dişi bir aslan gibi haykırıyordu. Acı çekiyordu acı çekmeyenlere acının ne olduğunu anlatırcasına. Yüzü gözü hali perişandı. Etrafına bakınıyordu, emin olmak istiyordu, birilerinin yolunu kesip yavrun yaşıyor demeyi bekliyordu. Tarif edilemez acılar içinde haykırıyordu.

Sanki yanık bir türkü söylüyordu. Orada bulunan herkes yanık türküyü ta yüreklerinde his ediyordular herkes farkına varmadan kendilerini bir hüznün içinde buldular. Hav var sesleri boğucu havaya karışıyor yüreklerin ta derinliklerinde yankılanıyordu. Çok az türkü söylenirdi buralarda ancak garibanların yanık türküleri yürek dağlar. İşte bu türküde onlardan biriydi.

Kardeşlerim! Yüreğim kanıyor kimse bir şey demeyecek mi?  Doğrumu yavrum arabanın altın damı kaldı? Kızına yaklaştığında onun cansız bedenini tozlu yolun ortasında gördüğünde sorduğu sorunun anlamsız olduğunu anladı. Sustu.

Bir an hareketsiz kaldı. Gözleri donuklaştı, boğazına hıçkırıklar adeta düğümlendi. Beyninde kurşun yemiş gibiydi. Çökmüş bir halde ve şimdi kadın olmanın, kız çocuğu olmanın ne kadar zor olduğunu düşündü bir an. Bu kader mi? Yazgımı? Kim ne derse desin bu bir anne için bir yıkımdır, bir felakettir.

 Kocasına baktı onun o perişan hali onu önlenemez acılara doğru itti. O zavallı kocası aklını yitirmiş gibi başını dizlerinin arasına almış hıçkırıklar boğazına düğümlenmiş ağlamıyor bile.

Kızın kızıl saçları yüzünü güneşten korurcasına örtüyordu. Alçak ölüm neden? Mutluluğumuza bıçak sapladın.  Neden? Yüreğime kor ateş koydun. Artık bir şey his etmiyordu. Gökyüzüne baktı havada bir tek bulut bile yoktu. Kızının cansız bedeninin yanında diz çöktü. Elini yüzüne sürdü o pembe yanaklarında süzülen kanı eliyle sildi parmak uçları ile kanı kazıyarak elini ağzına koydu kanlı parmaklarını emercesine sanki susamıştı. Derin bir çığlık attı yerde aldığı taşı var gücüyle başına vurdu sendeleyen yorgun bedeni kızının cansız bedenin üstüne hareketsizce yığıldı.

Köyde her tarafa koşuşan insanlarla dolmuştu. Kimse olanlara bir anlam veremiyordu. Kötü yaşam koşulları sanki zafer kazanmışçasına kızgın güneş altında cansız bedene zülüm ediyordu. Var olan bütün değerler bir anda yok olmuş, çok geçmeden annelerin feryatlarına koşan diğer küçük kardeşlerinin ölümün soğuk yüzüne hiçbir anlam veremiyorlardı. Ellerini koynunda birleştirip parıl parıl parıldayan ablalarının pembe yüzüne doyasıya hasretle, bir daha hiç göremeyeceklerini bilmeyerek seyrediyorlardı. Her şeyin ölçüsü burada sona ermişti. Toprak için yaşadıklarına karşılık, canlarından bir can toprağa vereceklerdi. Yaratıcı olması gerekeni gene yapmıştı. Topraktan kazanımlara karşılık işte körpecik bir can almıştı.

YORUMLAR

02 Mayıs 2012, 23.29
Çok üzücü bir öykü. Sanki yaşanmış bir öyküyü anlatmışsınız.Acıyı hissetmiş gibi; o kadar derin ve gerçekçi.Kaleminiz güçlü .Yolunuz açık olsun digor.
03 Mayıs 2012, 00.04

Digor ,
Bir umutla , sonuna doğru '' kımıldadı kız '' demenizi bekledim . Bir umutla , '' kız çığlık içinde uyandı '' cümlesi istedim . Ve yine bir umutla baba kızın odasına girip '' N'oldu yavrum , hasta mısın '' diye sorsun , bu kötü şey olmamış desin istedim ... Yok !
Söylenecek bir söz de yok :( 

 

03 Mayıs 2012, 09.16
Hayat yalnız acı çekmektir.Hiç  bir annenin gücü yavrusunun cansız bedenini uyandırmaya yetmez. Onu ancak yüreğinde yaşatır....koyu bir hüzün bu O çocuk ölmeyi severek istemiştir.  Hem bu Hikaye gerçektir.  :(  Ataya...
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın