Serlimiye'nin Kedileri
08 Ekim 2013, 14.30 A- A+SELİMİYENİN KEDİLERİ
Ne bir kedi kadar sinsiydi, ne de içinde bir kedinin yeteneklerini barındırıyordu. Onlarla görünürde olan tek yakınlığı, tek bağı Selimiye’de annesinden kalan önü arkası kedilerle dolu tek gözlü evde oturmaktı.
Bakanların bir daha bakacakları biri sayılmazdı. Sıradan denecek bir görüntüsü vardı. Sıradan denecek bir de zekası. Hali, tavrı, dünyaya bakışı, olan bitenden etkilenmesi, hemen hemen her şey onu milyonda bir değil, milyonlar gibi, her gün gördüğünüz biri gibi yapıyordu. Duyguları parmaklarının ucunda da sayılmazdı Chagall’e özenen bu adamın. Chagall özentisi bu adam, ünlü ressamın ikinci dünya savaşında Fransa’nın Vichy bölgesinden kaçarken, daha doğrusu kurtarılmaya çalışılırken ne denli karşı koyduğunu bile bilmiyordu. O olsa bir dakika durmaz, fırsatını bulduğunda o derme çatma kamyonetin hem de ön koltuğuna kurulur, doğa harikası Vichy’deki Nazi tehdidinden Amerikanın bilinmezlerine doğru yola çıkan ilk kişi olurdu.
Kolaycılık. Onun için söylenebilecek belki de tek şey kolaycı olduğuydu.
Hani Amerikan arabalarının gazına bastığınızda olduğu yerde sağa sola yalpalar ya, o da oturduğu yerden kalkarken yalpalıyor, artık içine çekemeyeceği kadar büyük göbeğinden duyduğu utancı saklamaya çalışıyordu. Nasıl olduysa birkaç kişinin kanına girmiş para idaresi zihniyetinden pek de nasibini alamadığı için İstanbul un Anadolu yakasında devralınan köhne pastanenin maliyetinin yarısından fazlasını karşılaşmıştı. Bütün planını onlar çalışır ben parsayı toplarım üzerine kurmuştu. Şöyle bir baktığınızda bir gün içinde Kadıköylü dilencilerin günlük hâsılatından bile fazlasını kazanamayacağı belli olan bu pastaneye bir de çiğ yeşil bir tabela taktırdı sonradan, -kendi deyimiyle her şeyi yaşadıktan sonra- Allah yolunu bulmuş modern poğaça canavarı.
Gelecek olmasa bile gün kurtulur gibiydi. Artık kira derdi yoktu. Araba da alınmıştı kovulduğu işten topladığı tazminatla. Günde 16 saat yemek yiyor, bunun üstüne doğal olarak epey bir tuvalete gidip geliyordu.
Bütün
bunlar biyolojik dengeler ya da kişisel seçimler olarak açıklanabilirdi tabi,
ama bunun şartı da beklenti çıtasının düşük tutulmasına bağlıydı. Bir yandaş
buldu mu, sen bizi biliyor musun biz neyiz be, biz ne cevheriz, biz herkesten
farklıyız diyen dersiz ama epey bir toplu bu adamın çıtası en azından sosyal
anlamda umulmadık kadar yüksekti. Göz
ucuyla bile bakmayan genç kızları beğenmiyor, daha doğrusu kedi, ciğer, mundar
üçlemesi içinde geçiriyordu günlerini.
Yazarın notu ; Böyle bir şahsiyetin başına ilginç ne gelmiş olabilir? Umursamaz tavrıyla park yerinden çıkarken, yaşlı bir adamın arabasına çarpması, ayrıldığı karısının tuvaletinden dergi yürütmesi ve bunu kendine hak görmesi, ardından dergiyi talep eden kadını önüne gelene çekiştirmesi pek de öyle öykülere konu olacak malzeme değil. Soracaksınız şimdi, ne demeye bu adamı getirip burnumuza soktun diye. Hepsini seç yapıp ardından delete ettim mi uçup gidecek her şey bilgisayarımdan. Tuşlara birkaç kez vurduğumla kalacağım. Ama hayır, inatla ve ısrarla sürdüreceğim öykümü. Ama yerinizde olsam bundan sonra okuyacaklarımı kuşkuyla karşılardım.
Uzun süredir yaptığı perhiz kar etmiş, mucizevi bir şekilde 30 kilo vermeyi başarmıştı. Artık daha rahat hareket edebiliyor, yeni görüntüsünün verdiği avantajla dünyaya daha sevecen bakabiliyordu. Ne yaptı etti, ortaklıktan ayrılmak zorunda bıraktığı emekli öğretmene olan borcunu ödedi. Aynı suda iki kez yıkanılmaz diyip, hem karısına hem de kendine ıstırap çektirmemek için bu kapıyı da bir daha açmamak üzere kapatmıştı. Yarınlardan umutluydu.
Bir akşamüstü pastaneye gelen genç kızın biraz mahcup, biraz acemi yakınlaşmasına kayıtsız kalamadı. Belli belirsiz “bir akşam sinemaya gideriz belki” diye mırıldandı. Kızın beklediği fırsat buydu. Tabi diye atıldı, neden olmasın? Hatta bu gece de gidebiliriz. Öyle ders çalıştım ki, kafam kazan gibi oldu. Benim için de değişiklik olur. Uzun süredir hissetmediği şeyleri hissediyor, lise yıllarından kalan heyecanı duyuyordu içinde. Birlikte pastanenin cam kapısını kilitlediler. Yeni açılan alışveriş merkezinin, 6 numaralı salonundaki arkası yatan, ayak kısmı kalkan koltuklara yerleştiler.
Eski günlerdeki gibi mısırı kovayla almış, üstüne de bolca tereyağı döktürmüştü. Filmin jeneriği akmaya başlamıştı ama yeni Chagall tuzlu mısıra daha fazla dayanamamış, kolasını şılak diye açmıştı bütün gözlerin üstüne çevrilmesi pahasına. Mısırı yedikçe göbeği büyümeye başladı. Mısırın üstüne boca edilen kola, gazla beraber tuhaf bir burukluk oturtmuştu şimdilerde sevimli görünen göbeğine. Bırakıp gitmek olmaz diye düşündü. Aklına annesinin çıkmadan neden gitmedin, şimdi sırası mı diyişi geldi. Sırası değildi elbet. Biraz daha tutabilirim diyordu. Onu tutmak kolay gel de gazı tut. Yavaş yavaş saldığı doğal gaz bir sis bulutu gibi sinemayı kaplamış, yanındaki cici mi cici üniversiteli kız, bu kokunun yeni Chagall’den çıkmış olabileceğine ihtimal verememiş, ama sararmış benziyle, burada tuhaf bir şey kokuyor, duyuyor musun diye sormaya başlamıştı. Ben hemen dönerim dedi. Son bir gayretle, faça vermemeye çalışarak yerinden doğruldu. Tuvalete ulaştı ulaşmasına ama geç kalmıştı. Pantolonunu indirmeye fırsat bulamadan büyük bir patırtı koptu. Bir beşiğe çarşaf olabilecek büyüklükteki içdonunu sinemanın tuvaletinde bıraktıktan sonra artık geri dönemeyeceğini biliyordu. Sinemadan çıkınca kızla birlikte daha fazla yürüyebilmek, hatta şansı yaver giderse kolunu kızın omzuna atabilmek için uzağa park ettiği, zar zor edindiği bilmem kaçıncı el arabasına bindi ve döndü Selimiye’deki kedilerinin yanına.
SON
YORUMLAR
Bir önceki yazınızda art niyetli olmayan yorumumu da hoşgörü ile karşıladığınızı ve yapıcı bulduğunuzu tahmin ediyorum. Sizin yazılarınıza karşı da pozitif bir bakış açısına sahibim.
Damarıma basılmadıkça, müstehzi laflarla saldırılmadıkça ve her lafı, her davranışı mubah görerek tartışma çıkarılmasından/çıkaranlardan hazzetmiyorum. Bu nedenle sizin önceki yazınız altında kendim başlatmamış olmama rağmen tuhaf bir tartışmanın içinde yer almış olmaktan dolayı bir özür borçluyum size.
Kaleminize ve "kalbinize" sağlık.
Kaleminize Yüreğinize Sağlık.
Ressamlara uzun yaşamak yaramaz. Chagall de uzun yaşayıp ömrünün son demlerinde delikanlılık heyecanını yitirmiş, kübizm macerasının parsasını Picasso'ya bırakmış, oldukça zengin bir şekilde yüzyılın sonlarında hayata veda etmiş bir otobüs manyağıdır. Otobüs manyağı?? Onun otobüs tablolalarını görme fırsatın oldu mu? Bütün hayatı betimler bir otobüs dolusu insanla. Reklam fukarası olması hep geri planda kalmasına neden olmuştur. Ama Chagall budur. Ben yaparım, siz takdir edersiniz kıvamında sağlam bir kişilik. .
Asker arkadaşımın Chagall'le olan bağlantısına gelince. . Onu bilerek açıklamadım. . Bu adam, Amerikada benim okuduğum üniversiteye 50, 60 mil uzakta bir üniversitede okumuş. Tenis takımıyla o okula deplasmanlara giderdik. Beni defalarca izlediğini söylemişti. Ama nedense bir kere olsun ben de Türk'üm nasılsın kardeşim diye yanıma gelmedi. O okulda "Resim" okumuş. Ama baksan yaptıklarına akademi sınavlarına bile almazsın.
Aslında Chagall bağlantısını mertlik ve cesaret örneğinden yola çıkarak kurdum. Öyle ilginç bir kişilikti ki, insanlara bulaşıyor sonra Hakan gel beni kurtar diyordu ben de hıyar gibi gidip kahramanlık yapyordum elin adamına. .
"Osuruk" önemli bir edebi temadır. Bu konu hakkında yazan, öykülerinin orasına burasına sıkıştıran öyle çok yazar var ki. . Kafka bile değinmiş yellenmeye. . Şu özgürlük deyişleriyle bildiğimiz Kafka'nın Alman toplama kamplarında buna nasıl zaman ve yürek ayırabildiği akıl sır alacak gibi değil, ayrı bir konu.
Yellenme erkekler arasında yapıldığı zaman gülünecek bir şeydir. Bir erkek bir kadının yanında yapmaz, çünki ayıplanır. İki kadın arasında da yaşanası bir şey değldir herhalde. Yani, bıçak sırtı bir şeydir ki yellenme, iyiyle kötü arasındadır. Siyah beyaz. Bundan daha siyah beyaz bir şey var mı dünyada? Onu Chagall'e benzetmedim aslında, onu yellendirdim.
* Cezbe seni eklemeye çalışıyorum olmuyor, mesaj yollayacağım, gitmiyor.
Zamana Karşı . . . Kazanovalık değerli bir kavramdır. Çapkınlık da öyle. Kadıköyün barlarında dillere pelesenk olmuş Atmacalıksa erkeği aşaltan, küçülten bir olgudur. Her 10 kadından 3'ünün 4'ünün ancak beğendiği, beğenmeye değer bulduğu bir erkeğin Kazanova olmak için hayatı epey bir zoırlaması gerekir. Kazanovalık kadınların erkeklere giydirdiği bir tabirdir. Kadın seçmezse erkek Kazanova olamaz. Seçerse de bir noktaya kadar gurur duyulası bir yaşam tarzıdır eğer söz konusu erkeğin bir kadına verdiği yemin yoksa. Bunun dışında eleştirilerinde haklı olabilirsin. Ağzımı bile açamam kişisel yargılarına karşı. Hepsini alıp kabul ederim. İlgi duyduğun için de teşekkür ederim. .