gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Anılar

11 Aralık 2013, 11.57
A- A+

Aslında unuttuğumu sandığım her şey, duruyormuş. Üzerlerini örttüğüm çarşaflar yok olunca anladım. Hep oradalarmış. Zihnim eskimemeleri için hepsini kamufle etmiş. Bazen tek bir resim, bazen etraftan duyduğum bir koku, bazen durduk yere, bazen de rüyalarımla yoklamış beni hatıralarım. Beni ben yapan ne varsa…

Mesela çocukluğumda beni en çok yaralayan ailemin benden sakladığı emziğim:) O günü hatırlıyorum. Ama hatırladığım tek kare var. Annem ve babam Alice harikalar diyarındaki dev insanlar gibi karşımda ayaktalar. Arkalarında buzdolabı ve buzdolabının üzerine saklamaya çalıştıkları, ucunu çakmakla yakıp artık bunu kullanamazsın dedikleri emziğim. O gün ne çok ağlamıştım emziksiz uyuyacağım diye. Ha tabi bu kadar detayı hatırladığıma göre yaşımda en azından 4:))  Vazgeçirmeseler herhalde ilkokulu da emzikle bitirirmişim.

Evimizin arka tarafında bir bahçemiz vardı. Oraya sokakta bulduğun kedi köpekleri getirirdim. Kediler kendi çabalarıyla, köpeklerde bir süre sonra bizimkilerin yardımıyla kaçırılırdı. Baktılar bu iş olacak gibi değil. En güzeli civciv alalım bu kıza onlarla zaman geçirsin oldular. Renk renk 8-10 tane civcivim vardı. Çoğu büyüdüğünde horoz olmuşlardı. Tek çocuk büyümenin afetleridir. Sokakta akşam ezanına kadar oyun oynayabildiğim arkadaşlarım dışındaki en iyi arkadaşlarım o civcivlerdi. Pardon biri tavuk geriye kalanı horoz arkadaşlarım. Kucak köpeği gibi her birini tarayıp uyutur evcilik oynardım. Bir gün şikayet gelmiş komşulardan, horozlar vakitli vakitsiz öttükleri için rahatsız olmuşlar. Sayıları her geçen gün azalıyor. Bizim evde tavuklu yemek yelpazesi genişlemeye başladı. Soruyorum eksilenler nerede? Yok filancaya verdik. Yok hastalandı öldü. Hep bir bahane. Kala kala tek bir horozum kaldı. Öyle güzel ki tavus kuşu gibi rengarenk fosforlu mor  bile var tüylerinde. En sevdiğim kucağımda uyuttuğum horozum.  Bahçeye indim yok! Koşarak annemin yanına gittim. Anne fosforlu kayıp.  Nerde? Mutfaktan gelen tavuk kokusu ve tüylerini çöpte görmemle tüm parçalar birleşti. Hepsini ailem katletmişti. O günden sonra uzun yıllar tavuk yiyemedim mesela. Sıkı bir hayvan sever oldum.

Kurban bayramları hep korku dolabımda saklıdır. Eskiden sokaklarda ulu orta kesilirdi. Her yer kan revan. Nefret ederdim insanlığımızdan. Sonra anlattılar neden kesildiklerini. Saygı duydum. Ama o manzaraya hiçbir zaman katlanamadım.

Yine ilkokul yıllarımda çeşit çeşit silgilere merakım vardı. En azından 100 tane silgim vardı. Çantamdan çıkarırdım bir torba silgi. Renk renk , farklı kokularda, farklı büyüklüklerde. Yarısını kendim alıp yarısını da arkadaşlardan araklamıştım. Oyun gibiydi. Hiçte yakalanmamıştım. Ta ki bir gün birisi görene dek. Eyvah adım hırsıza çıkmıştı. Ama hırsız ne demekti? Anlamını bile bilmediğim ama kötü bir şey olduğuna kanaat getirdiğim bir sözdü. En çok o zaman utanmıştım. Bu kötüydü. Bedelini ödemeden hiçbir şeye sahip olamayacağımı o yıllarda öğrendim! Bir daha da asla benim olmayana el uzatmadım.

Yıllar ilerledikçe bende büyüyordum. Farklı ortamlar, farklı insanlar tanımaya başlamıştım.  İlk defa kalbimde anlam veremediğim kıpırtılar, kramplar, gereksiz yere utanmalarım başlamıştı. Ve aşk olgusu. Ne zaman onu görsem, birazcık daha göreyim diye ters istikamete de gitse yolumu uzatır arkasından giderdim. Ne zaman bana bir şey sorsa dünyanın en mutlu insanı olurdum. Oysa ki ona olan duygularımdan haberi bile yoktu. Teneffüslerde karşılaşırdık genellikle. O benden habersiz arkadaşlarıyla şakalaşır, oyunlar oynar bense farkettirmeden onu izlerdim. Yılbaşı çekilişinde şansıma ona çıkmıştım. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Bana hediye alacaktı. Hediyelerin verileceği gün geldi çattı. Bana pembe kapaklı o zamanların  modası belki şimdide çocuklar da modadır bilmiyorum, hatıra defteri almıştı. O defter içerisine bir harf bile yazılmadan yıllarca muhafaza edildi. Ta ki biz ev değiştirip o karışıklıkta kaybedilene dek. O zaman anlamıştım. Aşk diye bir şey vardı. Ama karşılıksız olduğu ve ulaşılamadığı sürece ona aşk deniyordu.

Lise yıllarımda okulu ekmeler moda olmuştu. Artık büyüdün kızım birkaç ders kırsan ne olur diyen arkadaş topluluklarıyla dolu zamanlar. Hadi ekelim okulu dedik. Yine de kendimi garantiye alıp babama haber vermeliydim. Sonradan öğrenirse çok kızardı. Neyse ki iyi ama çok sık tekrarlanmasın deyip olgunlukla karşılamıştı. Eminim ki sonrasını bilse asla buna izin vermezdi…

Meşhur bir parkımız vardı. Orada toplaştık. Kalabalıktık ama ceplerde delik. Espriler patladı ne yapabiliriz diye. Uyanık bir arkadaştan tavsiyeler geldi. Acaba aramızdan hangi gönüllü dilenir? Olay bir anda yapabilirsin yapamazsın olgusuna dönüverdi. Ben çekinenlerin arasından sıyrıldım büyük bir aptal cesaretiyle. Ben yaparım dedim. En yakın arkadaşım kızım yapma etme biri görür sonra ne der boş ver dese de kulak asmadım. Tam 15 dakika dilenecektim. Anlaşmamız böyleydi.

Yanımdan herkes uzaklaştı. Kaldım tek başıma. Çöktüm bir güzel önüme de bir defter yaprağı koparıp mendil niyetine koydum. Kağıt uçmasın diye 4 tane taş koydum köşelere. Elimi açıp başladım beklemeye. Gülmemek için kimseyle göz göze gelmemeye gayret gösteriyorum. Hayal etsenize üzerimde okul forması, gayet normal bir kız ama yere çökmüş elini açmış dileniyor. Neyse dakikalar geçiyor. İlk hayırsever yaklaştı. Eyvahhh aynı okuldan bir çocuk, alaycı bir gülümsemeyle bırakıverdi elindeki bozuklukları. Bu nasıl bir rezillik diyorum, kendime nasıl kızıyorum o an anlatamam. 15 dakika sanki 15 saat gibi… 3-4 kişi daha dilenciye para atar gibi önüme paraları atıyor. Gerçi hoş dileniyorum elbette dilenciye para atar gibi parayı atacaklar. Dansöze para yapıştırır gibi olacak halleri yok.

Hayatımdan çaldığım 15 dakika sonunda bitiyor. Yiğitliğe toz kondurmayacağız ya ortamdaki kahkahalara bende kahkahalarımla eşlik ediyorum. Ee sonra mı? Toplanan hasılatla girip markete cips kola ıvır zıvır alıyoruz.  Değdi mi? Değmedi tabi ki!

Aradan günler geçip bu duruma göz ucuyla şahit olup, inanamayıp beyninden vurulmuşa dönen annemin arkadaşı soluğu anemin yanında alıp bir çırpıda olayı anlatmış. Gelsin bir hafta dışarı çıkma yasağı. O gün anladım ki aptal cesaretinin kimseye bir faydası yok. Rezil de olabiliyorsun.

Neden bunları anlatıyorum bilmiyorum ama daha çok şey var. Bunca yıl buraya imkansız sığmaz sığsa da okuyan olmaz. Başka bir ara devam ederim. İyi günümde olursam :D

Bu konuya bir de başlık bulmak lazım. Yine eskilere gidip bir araştırma yapayım. Küçükken en sinir olduğum şey tüm kuzenlerimin benden büyük olmalarıydı. Ne zaman toplanılsa ben ortamda istenmeyen kız olurdum.  Kibarca büyüde gel derlerdi. O zamanlar arabesk bir gençlik vardı. Sanki şimdilerden daha fazla sevilirdi arabesk şarkılar. Bir şarkı popülerdi o zaman. Ya da bizimkiler o şarkıyı çok severlerdi. Coşkun Sabahtan Anılar. Nasıl iyi gider mi?

Tüm arabesk severlere gelsin:D

 

 

YORUMLAR

11 Aralık 2013, 13.22
Yazınız bana da bir nostalji yaptırdı. Çocukluk her durumda güzelmiş. Şair de demiş ya; "ne güzel çocuklardık, çocukluk edip büyüdük." Sizin anılarınız yine masumaneliklerle doluymuş. Ben neler neler anımsadım bakın!


Yetmişli yılların ortalarıydı.  Mahallemizin camisinin önünde duran tabutun üst tahtalarından birini aşırıp kendime ayakkabı boyacısı sandığı yapmıştım. Okul ve çalışmadığım günlerin haricindeki günlerde ayakkabı boyacılığı yapardım. İyi de para getiriyordu. Töb-Der ve benzeri lokaller vardı, sadece oralara giderdim cumartesi pazar günleri. Oyun oynayan şahıslar öğlen ve ikindi vakti dürüm almam için beni gönderirlerdi. Kimi beş, kimi on, kimi yirmi lira verirlerdi. Ben bu paraları aldığım gibi tüyerdim. En az bir ay uğramazdım o lokallere. Eh arada bir ayakkabı da boyadım. Çok param olurdu, ama o parayı muhafaza etmek sorun oluyordu. Cebimde bulundurmama imkan yoktu. Çünkü evde herkes birbirinin ceplerini karıştırır, para ve sigara benzeri şeyleri aşırırdık birbirimizden. Kaldı ki babam sorsa, bu paraları nerden aldın, bir de onun hesabını vermek vardı.

Kara lastik giyerdik. Abime yenisi alındığında eskisi bana verilirdi.. Ben o zaman otuz numara giyiyorum, abim otuz beş numara. Ondan bana geçen lastik ayakkabı ayağımda palet gibi dururdu. Ucuna bez tıkardım ama paralarımı o beze sarıp koyardım, kimsenin aklına gelmezdi ayakkabıya bakmak. Zaten ayakkabılar da koktuğundan kimse yaklaşmazdı.  Bu paraların büyük bir kısmını sinemada harcardım. Gazoz poğaça harika giderdi. Param olmasına rağmen bilete para vermediğim çok olmuştur. Sinemaya gelen kocaman adamların palto veya ceketlerinden tutup içeri girerdim, sanki onların çocuğuymuşum gibi. Zaten içeri bir girmişsem bir daha dışarı çıkmazdım o günkü gösterim bitinceye dek.

Sinemaya yalnız gitmeye korkuyordum. Bilet paralarını vermemek için mahalleden arkadaşlarımı da davet etmiyordum. Sinemanın önünde afişlere ürkek ürkek bakar dururdum. Neredeyse bütün afişlerde silahlı ve kılıçlı adamların resimleri vardı.  İlk gittiğim filmi hatırlıyorum. Kara Murat. Cüneyt Arkın, Hale Soygazi. Ne güzel bir kızdı o öyle, aman yarabbi. Ama afişte Cüneyt kıza yiyecekmiş gibi bakıyor. Vuruldum Hale'ye. topladım tüm cesaretimi ve girdim içeri. Karardı içerisi, film başladı, Hale göründü jenerikte, adı yazarken. Sonra yok oldu. Bekle bekle Hale yok. Ben Hale’yi beklerken, atılan okları bana isabet edecek korkusuyla koltuğumda eğilerek izliyordum. Sahnelere göre tepkilerimi seslice haykırıyordum, yandakiler gülerek uyarıyordu beni, 'seni duymazlar diye. Beyaz perdede Hale Soygazi'nin göründüğü sahne hala gözlerimin önünde. Cüneyt bizim Hale’ye asılmaya başlıyor ve aşk doğuyor. Cüneyt'e hala sinir oluyorum. O filmlerinde de beddua ederdim, bir düşman kılıcına denk gelir diye. Beddualarımın tuttuğuna inanıyordum.

Samsun sigaraları bir ara Bulgaristan'dan ithal ediliyordu. Naylon diyorlardı kağıdına, büktüğün zaman kırılmıyordu ve tadı iyi değildi. Ben o zaman yerli üretim bir paket temin etmiştim. Birkaç gün içmiştim, pakette dört sigara kalmıştı. Bir sabah kalkıp pakete baktığımda dört sigaradan bir tane kaldığını gördüm. Abimin aldığını sanıp 'ey allahım o sigaraları alana içmek nasip olmasın' diye içten bir beddua etmiştim. Meğer babam almış. Birini şapkasının içine, birini kulak arkasına koyup diğeri ağzında, henüz yakmamış. Benim bedduamı duyunca gülmüş, bu sırada sigara ağzından yere, çamura düşmüş, elini kulak arkasındakini almak için elini götürdüğünde, eli çarpmış o da çamura, şapkanın içindekini almak için şapkayı çıkardığında sigarayı görememiş, başının üstünde kalan sigarayı eliyle yoklarken o da çamura düşüvermiş. Dolayısıyla babam benden arakladığı üç sigarayı bedduam tuttuğu için içememiş. Tabi babam o yaşta sigara içmemin bedelini bana çok ağır ödetmişti. Birkaç yıl sigara adını telaffuz bile etmedim.  Bu beddua meselesi hane içinde epey bir konu edildi, isteğimi yerine getirmeyenlere 'bak beddua ederim' diye tehdit savururdum.

Ben Kara Murat filminden sonra Hale Soygazi’ nin hiç bir filmini kaçırmadım. Sanki o da bana bakıyormuş gibi geliyordu. Göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçıran ben oluyordum. O da beni kıskandırırcasına gider Tarık Akan' a aşık olurdu. Neyse ki, Tarık Akan' ı Sürü filmiyle sevdim. Hale Soygazi' nin benİ kıskandırdığı gibi, ben de onu kıskandırmaya başlamıştım. Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay' lara bakıyordum. Aydemir Akbaş, Sermet Serdengecti, Hadi Çaman, Mete İnselel oluyordum kimi zaman. sonra Yılmaz Güney in filmleri çoğu arkadaşımı olduğu gibi beni de çirkin kral yapmıştı. Taklit ederdik Tarkan’ı.Wang Yu, Bruce Lee girdi daha sonra hayatımıza. Tarihi ve vurdulu kırdılı filmlerde kullanılan kılıç ve zincirlerden yapmıştım ben de kendime. Askeriyenin çöplüğünden topladığımız kumaşlardan dikilmiş beli lastikli şalvarımda saklayarak girerdim filme.

O zamanlar donlarımız da evde dikilirdi, şeker çuvallarından. Artık kimse şeker çuvalından kendisi veya aile fertlerine paçalı don dikmiyor. Lastikli don deyince yengem gelir hep aklıma.. Derme çatma iki odalı bir evimiz vardı. Kenar mahallede de olsa şehirdeydik. Köyden şehre gelen tanıdıklar, akrabalar hep bizde kalırdı. O zaman biz çocukların yattığı oda da ki sekimiz, yani tahtalardan yapılmış geniş divanımız misafire verilir, çocuklara yer yatağı serilirdi. İki yatağa dört kardeş yatardık. Güya yatardık, çünkü dört kardeş olarak yatağa girmemiz demek oyun demekti. Büyüklerimizi kızdırıp dayak yemeden yattığımız gün yok gibiydi adeta.

Köyde oturan dayım, yengemi hasta diye doktora getirmiş şehre. Doğal olarak bizde kalıyorlar. Bir kaç gün kalmaları gerekmiş. Ne olduğunu tam olarak bilemediğim, ama kadın hastalığı olduğunu anladığım bir rahatsızlığı varmış yengemin. Bir fitil vermiş doktor. Akşam yemeğinde ben de bunu duydum. Nasıl merak sardı anlatamam. Yemekten sonra hemen misafirlerin kalacağı odadaki yer yatağına baktım, hazırlanmış. Hemen uyuma numarasıyla girdim yatağa. Uzunca bir süre bekledim. Derken yengem dayımla birlikte ellerinde ilaç torbasıyla odaya girdi. Yengem ayakta  entarisini çıkardı. Şeker çuvalından yapılmış paçalı donuyla dayımın  ilaç çıkarmasını bekledi kısa bir süre. Anam bize de dikerdi şeker çuvalından don ve köynek. O bakımdan şeker çuvalından donu yadırgamıyorduk, ama ben yengemin donunu çok yadırgadım ve hiç unutmadım. Erzurum şeker fabrikası çuvalı idi. Çuvalın orta kısmına ERZURUM SEKERİ, alt kısmına ise NET 50 KG yazardı. Yengem nasıl denk getirmiş hala hayret ediyorum. ERZURUM ŞEKERİ yazısı donun ön kısmına, NET 50 KG yazısı da arka kısmına denk gelmiş.. Okuma yazma bilmeyen yengemin bunu kasıtlı veya muziplik olsun diye yaptığını sanmıyorum. Hala düşünüyorum acaba o yazıları bir desen,bir  motif olarak mı algıladı. Tekstil sektörü şeker çuvalını bir nostalji olarak anılarımıza hapsetti.

Filmlerden çıktığımda izlediğim filmin kahramanı ben olurdum. Beli lastikli şalvarımda sakladığım dövüş araçları ile mutlaka birilerine saldırır, canını yakardım, canım yanma pahasına. Sonra sosyal içerikli filmlerde kendimizi bulmaya başladık. Ya esas kıza kavuşarak ya da arzu ettiğimiz düzene eriştiğimizi düşünerek dönerdik gerçek yaşamlarımıza…


Anılara tebessümle bir yolculuk yaptırdıgınız için tesekkur ederim.


11 Aralık 2013, 16.29
Yaşadığımız süreç içerisinde yaşanmış birçok güzel ve kötü anılarımız vardır. Çoğunlukla güzel olan anılarımızı zaman zaman iç dünyamız da yaşatır, yaşanılan o anılarla yeniden geçmişe döner,  o günleri yaşama konumuna göre duygu yüklü, hüzünlü ve mutlu bir şekilde anımsar ve yeniden yaşamış gibi oluruz.Bunun tam tersi olan hiç kuşkusuz mutsuz ve acı çekilen anılar da vardır. Genelde bunları da düşünürüz ama bu anılar acı çektirmekten ve pişmanlıktan öteye gitmez.

Kendimize has; çocukluk, öğrencilik, askerlik, gezi, tatil, gençlik, aşk, mesleki, sosyal ve kültürel anlamda birçok yaşanmış anılarımız vardır.

Bir kısmımız çocukluk ve mahalle yaşantılarına geri döner, bir kısmımız aşklarını ve aşk anılarını düşünür, öğrencilik ve askerlik dönemlerindeki arkadaşlarıyla geçirmiş oldukları anılara geri döner, iş, mesleki hayatında olumlu, olumsuz gelişmelerini ve başarılarında ki anıları yaşarlar.Böylece kişiler benliklerinde yaşattıkları bu anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden akıtır giderler. Bu film şeridi akıp giderken heyecanlanır, duygulanır, ürperir ve yüreğinden bir şeylerin koptuğunu anlar. İnsanların yaşantılarında ki en önemli faktörlerdendir bunlar.

“Canlılar doğar, büyür ve ölürler” diye tabiatın bir kurarı varsa, yaşanmış olan anıların da kendilerine özgü bir kurarı vardır. Bunlardan bir kısmı çok kolay unutulur ve tarihe gömülür, bir kısmı ise son nefesle birlikte toprağa gömülür. Tarih ve toprağa gömülen anılar insanlara göre değişir. Bazı kişiler vardır ki her ne olursa olsun bu anılarla yaşar, büyür ve ölürler. Bazıları ise yaşananlarla kalır, dün dündü bugün bugündür düşüncesiyle yaşamış oldukları anıları hiç hatırlamazlar bile..Bazı anılar vardır ki, düşündüğünde ve geriye dönüp baktığında çok mutlu ve duygu yüklü olarak yeniden o günleri anımsarsın. Bazılarını da hüzün, pişmanlık, nefret ve kinle anımsarsın.

Kısaca özetlemek gerekirse geçmişten günümüze mutluluk ve mutsuzluk veren anılar diye ayırabiliriz. Önemli olan yaşanılan bu anılardan bir ders almaktır.  Bu dersi almak çok önemlidir. 

“Keşkelerin” ve “pişmanlıkların” yaşandığı anılar insan yaşamı için son derece hüzün verici, üzücü ve yıpratıcıdır. Bu tür anılardan kendimizi ne kadar arındırsak ta zaman içerisinde yinede içimizde bir yara bırakırlar. Ama“keşkelerin ve pişmanlıkların” yaşanmadığı anılar her ne kadar hüzün ve duygu yüklü olsa da geriye dönüp bu anıları anımsarken alacağın keyif ve hissedeceğin mutluluğun tadı doyumsuz olur.Yaşadığımız geçmişimiz ve bu geçmişimizin içerisinde yer alan bu anılar çoğunlukla kişiler kendi aralarındaki kişisel ilişkilerden kaynaklanmakta olduğu bilinmektedir.

Bu ilişkiler genelde karşılıklı anlayış, saygı ve sevgiye dayalıdır.  Burada önemli olan yıllar sonra keşke ve pişmanlıkların olmadığı ve geriye dönüp baktığımızda anıları yaşanan güzellikleri ile anımsayabilirsek ne mutlu bizlere. Bu anıları içerikleriyle yazarsak o kadar uzar gider ki yazmakla bitmez.

Bu nedenle bu yazımı “Sev seni seveni iki gözü kör ise, sevme seni sevmeyeni Bağdat’ta Sultan ise” sözüyle tamamlamak istiyorum.Tskl


11 Aralık 2013, 20.04
15 dakikalık dilenciliğiniz okul yıllarıma götürdü beni. Okulda ilk kayıt yaptırdığımız gün tanışan 4 kız arkadaş mezun olana kadar hiç ayrılmadık. İlk gün en uzun dostluğu yaşayacağı insanlarla tanışmak da nasıl bir tesadüftür hala anlam verebilmiş değilim :))
Derslerden çok vakit geçirdiğimiz sevgili kantinimiz Feycan'da vakit geçirirken hangi parlak fikirlimizden çıktığını şimdi hatırlamadığım bir öneriyle bir anda ayaklandık. İçimizden biri, ' ya insanlardan borç para istesek büyük miktar kimse vermez, ama herkese bozuk 50 kuruşun var mı desek kesin verir..' dedi ve hemen uygulamaya koyduk. 
İki ders arası boşluğumuzda, kantinde önümüze çıkan her tanıdığımıza 50 kuruşun var mı diye sormaya başladık. Hayır yok diyen hiç çıkmadı tabii ki :)) hatta aaa 50 kuruş yok 1 lira vereyim diyenler de oldu :D onları daha bir sevdik :))
Gün sonunda ne kadar para topladığımızı hatırlamıyorum... Ama bir arkadaşımız baya kaliteli marka ruj aldı o paranın bir kısmıyla, birimiz okuldayken kaçan çorabını değişti hemen, birimiz Sezen Aksu'nun o zamanlar yeni çıkmış olan kasetini aldı, ve en son da güzel bir yemel yedik dördümüz... Bu demek ki öğrenci şartlarıyla değerlendirecek olursak hasılat baya iyiymiş :))
Uzun bir süre bölümde o gün yaptıklarımız konuşuldu. Çok eğlenmiştik. Şimdi bile hatırlarken eğlendim :)) İşin tek kötü yanı dönem boyunca kimseden bozuk para isteyemeyecek duruma düşmüştük...
Anıları canlandırdığınız için teşekkür ederim =)
11 Aralık 2013, 21.13
Benim emziğim de Antalya'da denizin dalgalarına karıştı, çırpındım arkasından ama nafile. O gece ateşlendim, nazlandım mızmızlandım ama boş. Yaşım mı? Altıydı :) Sevgiler.
11 Aralık 2013, 21.20

Blogumun altında başlı başına bloglar yazılmış.

Öncelikle Devrik_cumle_ Yorumunuzu görünce gözlerim yuvalarından fırlayacaktı az kalsın. Yorum dedim ama kesinlikle bir blog. Zor bir çocukluk geçirmişsiniz. Ama girişimci ruhunuzu takdir etmemek haksızlık olurdu. Umarım bu ruhunuz devam ediyordur. Keyifle okudum. Özellikle don muhabbetine koptum.

KARA__KIZZ  sizinde yorumunuz blog tadında olmuş. Özellikle son paragrafınızda aktardığınız sözü çok sevdim. ‘’ Sev seni seveni iki gözü kör ise, sevme seni sevmeyeni Bağdat’ta Sultan ise’’.

SiM_Ru sizin yöntem daha karlıymış. Bu parlak fikri kim bulduysa iyi düşünmüş. Bu sayede hoş bir anı olarak hafızalara yer etmesini de sağlamış.

Yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim.

11 Aralık 2013, 22.09
Ama ya ben 5 satır yazı yazdım buraya, üyeliğim kapanmış lanet olsun :D Yazmıyorum arkadaş bilemeyeceksiniz o 5 satırlık anımı, benle toprağa gömülecek. 15 dakka yazmaya uğraştım, sonra imlaya baktım keriz gibi ve mor oldum en sonunda..

En son dilenci hanıma blog için teşekkür ettiğimi ve bu anıları hakkında layıkıyla kullanacağımı yazmıştım :) 
12 Aralık 2013, 12.21

Bak şimdi  ne çok şey film şeridi gibi geçti gözümün önünden :))))) Hay Allah, hay Allah :) Çocuk olmak çok keyifli ama bir o kadar da zormuş aslında şimdilerde düşünüyorum da.  Aklımda olan bir dünya güzellik var ama yazmaya kalksam Devrik_Cumle’den daha uzun sürer diye niyetlenmiyorum :) Blog tadında yorumunu okurken pek keyif aldım herkese teşekkürler. 

Ben de bir tanesini anlatayım kısaca. Acayip bozum olmuştum az çok aklımın kestiği zamanlarda resimlere bakarken. Hala çok severim resimlere bakmayı ya neyse :) Resimlerin arasında annemlerin düğün nişan resimleri var. Ama resimler de bir terslik var. Neden mi eeee dayı, teyze hala ve bir dünya az çok bildiğim tanıdığım akraba resimler de var bir ben yokum. Çocuk aklı ne bozum olmuştum. Elimde resimler anneme kafa tuttuğumu çok net hatırlıyorum sanırım çokta küçük değildim o zamanlar tam yaşımı hatırlayamıyorum. Yazık annem hem açıklamaya çalışmış hem de benim çatık kaşlı bakışlarımdan gülümsemişti. Gülmesi daha da sinirimi bozmuştu. Açıklamasından az çok ikna olduğumda sözlerinin sonuna eklediği cümle hala aklımda. Yeni yeni konuşmaya başladığın zamanda aynı şekilde olmasa da kafa tutmuştun beni neden çağırmadınız düğüne diye :) hala aynısın be kızım :) ee o zamanki diklenişimi hatırlamıyorum ki ne yapayım :) ha bak bir de ben de rahmetli babama adıyla hitap  edermişim çok çok küçükken.  Gerekçem varmış ama :) annem baba demiyormuş :))))))

Bunu da demesem olmaz neydi  Duk45 o 5 satır arkadaş :P



12 Aralık 2013, 23.44
Vallahi blok dediniz mi böyle olacak...Hem blok yazarı eğlendirip güldürecek,düşündürecek hem yorumcularında katkısı sağlanacak..Harika bir blok yazısı..Benim böyle ilginç anılarım olmadığından bazen kıskanarak bakar yada okurum böyle yazıları yada gülümseyerek dinlerim karşımdakini....Hepsi ayrı ayrı güzel ve anılara gidiyor insan....Kendim yaşamamış olsam da çevremdekilerden dinlediklerim kulaklarımda çınlıyor adeta...Devrik cümle ye ne demeliyim bilmiyorum ama uzun süredir kulaklarımın arkasına varana kadar ağrıtacak şekilde hiç gülmemiştim arkadaş ben..Bunlar nasıl anı dır yada yada nasıl böyle anlatılır...Biraz tecrübe diyorum ben...Tecrübeye biraz tabiri caizse tatlı bir hinlik,biraz muziplik katılmış dozunda ama çok hoş bir anlatım olmuş....Bu başlı başına bir blok yazısı olmalıydı kanısındayım....Tek tek ayrıntısına girmek istemiyorum....Blok yazınızda aldığınız yorumlarda birbirinden güzel...Her zaman diyorum ya:) Hoşça kalın...Hoş bırakın...Vallahi hoş bıraktınız..Güldürdünüz..Allah da sizi güldürsün:))))Daha ne diyim ne bilimmmm!!!!!
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın