gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

İlk 1 Saat Soğuk Yer Aramak Da Komikmiş:)

12 Ağustos 2015, 19.03
A- A+
 Hatırlanılmaya minnet edilmeden kalıntısız ölmek çok zor ama  imkânsız değil. Adam başarısızlıklarından bahsediyor ama sen ölmüşsün. Ölünün arkasından kötü konuşulmaz diyorlar ama araya o ama'yı mutlaka iliştiriyorlar. Ölüden bu medet umma hali veya karaktere ölüden bu rant sağma durumunu bir komik buluyorum ki öyle böyle değil. Boğazına kadar şikeli mücadele biçimleriyle dolu dünyada doğan bir insanın, bir gün gelip bütün bunlardan iğrenmeyi kendine hak görmesini şu cümledeki gizli kalamayan miskin özne olarak seçtim. Miskin. Biliyor musunuz biraz düşününce  bu sıfatı acayip buldum. İstiridyeye benzetiyorum. Kendi sessiz karanlıklarında görece bir fayda oluşturmayan, ama hiç kimseye zararları da olmayan o insanları dün gece tv de seyrederken, termusa koyup içtiğim çayı bir haftadır o termustan çöpe boşaltamamış olmam aklıma geldi. Çöp kutusu ile termus arasında bir vasıta olma kararını almıştım ama bu çok önemli olan bağlaç halim için ayaklarımdan ellerimden onay almam demek ki biraz zaman almış. Termus da bence çok yerinde bir buluş olmuş. Balkonda kiler dolabını açtım bunu gördüm. Buna kıyasla evdeki e artık eskiye düşen:) termusa hiç benzemediği için termusa benzetmem için incelemem gerekti. Biraz inceledikten sonra eve nereden geldiğine dair bir fikrim oldu. Tam benim tembelliğime yakışır bir buluş. 

Tv'deki muahbirin o evsiz insanlarla sohbeti esnasında sokaktan geçen o çok başarılı olan ev'li insanların, muhabiri ve evsiz insanları hangi bakış açıları ile seyrettiklerini gözlemlemeye çalıştım. Zaten yabancı lisanla yayın yapan bir kanaldı. Fırsat bu fırsat dedim, bütün dikkatimi yoldan geçerken o sohbete dikkat kesilen insanlara verdim. Onlara dipteymişler gibi bakan, kuyudan çıkamıyorlarmış gibi bakan, ''ulan şimdi başkan olsam sokakta bir tane evsiz bırakmam'' gibi sisteme surat yaparak bakan, durup seyreden, yürürken arkadaşına boynunu bükmesiyle ve el hareketiyle ''eh ne yapalım dünya hali işte, hangi bir şey adil ki zaten'' dediğini zannettiğim o insanları gözlemlerken şu soruyu sordum: Hangi bir insan miskin olmak için doğar? Doğmalarından önce o evsiz insanlarla bağ kuracak kadar ileri bir fene ulaştığımızı bir an için var sayalım. Onlara şunu soralım: Doğacaksın, ama şu halde yaşayacaksın, bunu ister misin diye sorsak, buna hiçbirisi evet demez. Evet demeyeceklerine göre, şimdiki o durumlarından kurtulma güçleri olduğu halde zor olanı denemelerine sebep nedir? Güçleri de var, akılları da var. Artı; evsiz olmaktan korkarak insanları sokak ortasında öldürüp soyan, evleri ve dükkanları soyan, başını sokacak bir ev için akla gelebilecek her suçu çekinmeden işlemeyi kendilerinde hak gören insanların özgür iradelerine de sahip olan o evsizleri bunları yapmaktan alıkoyan sebep nedir? (Bu cümlede başını sokacak bir evi olan herkesin suçlu olduğu anlamı yoktur. Kısım kısım insanlar arasında da hak alma görüşünde çeşitlilik olan insanların olduğu bir gerçektir). Bu durumlarından kolayca kurtulmaları mümkünken onları ne tutuyor? Birilerinin üzüntüsü ile imkân sahibi olmak istemiyorlar. Öldürecekleri bir adamın parasını yerlerken babasız kalacak bir çocuğun göz yaşlarıyla yaşamak onlar için onur kırıcı olur. Kötü olmak onlar için tiksindirici, kaliteden yoksun  fosforlu bir renktir. Bu fosforla yaşamaya tahammül edemezler. Üzerilerindeki bu rengin sokaktaki kedilerce, köpeklerce ve farelerce, ve hatta insanlarca da (!!) bile hemen fark edileceğini sanırlar, dahası bunu bilirler. Bu sonuç onların kendilerinden nefret etmelerini doğurur. Buna katlanamayacaklarından ise adları gibi emindirler. 'Kendini bil' anahtarı miskin diye kuyuda kalmış sanılan bu insanların akıl ve gönül evlerinde, harikalar diyarlarına uçsuz bucaksız kapılı odalar açar. Soyacakları dükkan sahibinin iflas etmesini, evine yiyecek getirememe utancını yaşamasını ve sofradan aç kalkacak çocuğun o babanın onurunu düşüreceğini bilirler. 

Görece fayda vermeyen, ama zararları da olmayan bu insanların bilgi namına ellerinde belki hiçbir satır yoktur. Zaten bilgiye ihtiyaçları da yoktur. Ama bilginin inşa edilmesi için gerekli olan harç onlardır. Bilgi edinme düsturuna dair şu mantığı ürettim: Bilgiyi deterjana benzetirim. Onu süngerle çekersin. Sonra süngeri sıkarsın. Buradaki sünger kalptir. Süngeri sıkan el akıldır. Süngeri sıkarsın ama kir çıkmaz. Çünkü sünger kurudur. Suyu eksiktir. Su ise düşüncedir. Temizlik aracı olan bilgi, sudan yoksun o süngeri üstelik akıl eliyle çürütür. Düşünmek, bana adı üstünde düşmek fiilinden olgunlaşmayı çağrıştıran bir gayrettir. Düşünceyi de olgunlaştırması gereken bir can suyu var. Onu şöyle tanımlıyorum: Edep. İlle de edep dedikleri, insanın olmazsa olmaz temel besini var ya hani, o edepten bahsediyorum. Edep insana düşünmeyi öğüt verir. Edep; fikri merkezimizin can suyudur. Su akla düşecek ki bu harika üçlü gerekli tekâmülü o insan için doğursun. Bilgiye ayırdığım bu ayracın içeriğinde nadiren de olsa küçük gedikler açtığım bir gerçektir. Bazen su alıyorum. Peki tam olarak uygulamadığım bu tutumları neden yazıyorum? Tam olarak uygulamak için yazıyorum. Düşüncelerimle kalbimi barıştırmak için, magmamdaki ilk özgünlüğüme şu an itibariyle çok yakınım, bu halimi hatırlayıp, hafızama sadık kalmak için yazıyorum. Akıllı olmak ile bilgili olmak çok farklı. Günümüz insanlarının okudukları mantığı aşamamaları sorunu ortada. Tespit çıkarma gereği duymadan tedarik edilen fikriyatlar tahtakale mantığıyla söyle kurtul olarak dakika kurtarmaktan öteye gitmiyor. Aristo şunu demiş, Sokrat şunu demiş, Diyojen şunu demiş filan, iyi de sen bir şey demeyecek misin, bana kalırsa o sözde bariz çelişkiler var, kendi bünyesinde çürücül parazitler barındırıyor dediğimde ise, ''adamlar demiş her şeyi, pişmiş aşa su katma'' cevabı almıştım. Bunun üzerine bir şey denemeye karar verdim. Birkaç gün başka bir paylaşım alanında bu filozofların hatta basBAYAĞI ünlenmiş birkaçının sözlerini resmen fişlere ayırıp çözümledim sağa sola çarptım çürüttüm, o sözleri bildiğin kokuşturdum. Hmm, evet yani, ama o kadar da değil, ama bu kadarı da haksızlık türünden yorumlar alınca yaptığım bu sosyal deney cevap verenler açısından kısmen başarılı olmuştu. 

Toplumlar, içinde barındırdıkları, miskin diye vebalı davrandıkları bu insanlara huzur borçlular demek abartı olmaz. Bir eli yağda bir eli balda yaşamak için kötü olma şartına imza atmaktansa, ömürlerine gam üstüne gam borçlanmayı göze alma pahasına iyi kalmayı başaran bu insanlar durdukları yerde inci üretiyorlar. Sana göre de, onlara göre de içinde oldukları ağır şartlara rağmen onurlu, dürüst yaşamakta ısrar etmeleri, zarar vermeden ölmeyi başarmaları kolay değil. Onlara bakıp, hali vakti yerinde olan insanların dürüstlüğü halı altına süpürmelerini görmek ise acınası bir emsal. İki çeşit güç kullanımı ile karşılaşıyoruz. Yazı çok uzadığı için şimdilik sadece birincisini yazıyorum. Elindeki hazır gücünü kullanmasını gerektiren bütün şartların olgunlaşmasına rağmen, o gücünü kötülük aleyhinde ehlileştiren o evsiz insanlar adaleti elde ediyorlar. Adalet hissi çok eprimemiş ruhlara iyi gelir, huzur aşısı gibidir. Herkes kötü olsa bile bu aşı sayesinde habislikler içinde artı enerji harcamadan o insanı görünmez kılar. Soğan doğranan evde haşerenin barınamaması gibi bir durum. Kendilerini adilce bu dünyadan göç ettiriyorlar. 

İşte kalıntısız ölmek galiba biraz böyle bir şey. Daha fazla güç istemek yerine, güç isteminde sırada olan zayıfların önüne geçmemeyi tercih ediyorlar, ki bunu sırada bekleyen o insanların gönülleriyle eşitlenmek için yapıyorlar. Muhabire şefkatle, acıyan gözlerle bakan o evsiz ihtiyar, aslında güç ile hiç tanışmamış olan o insanlar karşısında aklen üstün olma durumundan rahatsızlık duyduğu için, onlarla gönülce eşitlenerek kendi aklına tırmanılması için merdiven oluşturuyor. Bir insan eğer kendi gönlüne saygısını yitirmişse, yaşadığımız bu sistem ona kendi kalbini unutturmuşsa tabiatıyla ona su vermez, sünger çürür. Önce gönlü olduğunun ayırdına varması gerekiyor ki, aklı ile onu yuğsun yıkasın. Sonra da o temiz başlangıç noktası kirlendiğinde onu temizleme bilincini edinebilsin. Şu soruyu sormak tabiatın ile hakkındır: ''Bu insanların düzgün yaşamak için illede suç işlemeleri gerekmiyor ki, eğitim filan ve sonrası bir iş için zamanında neden bir planlama yapmamışlar'' diyebilirsin. Doğum öncesi onlara sorduğumuzu varsaydığımız bir soru vardı ya hani, onlar da hayır cevabı vermişlerdi ya hani. İşte bu insanların % Kengentilyar (3003 sıfırlı keşfedilen en büyük sayı) hayır olarak reddedecekleri o hayatı yaşamalarında onların da çözemedikleri başka bir bilinmeyenlik var. Deli değilse, korkak değilse, sakat değilse, rahat bir hayat yaşamasını gerektirecek bütün donanımının tam olmasına rağmen kendisini yine de o hayatın içinde buluyorsa bunun ardında belki çıkarılması gereken dersler vardır. 

Belki de yaratılırken fıtratındaki terkibine bir düğüm eklenmiştir. Tıpkı dişinle tırnağınla sana kazıtarak sana kazandım dedirten, başarı olarak nitelendirdiğin şu anki ölçünle böbürlenendirilen enen, ve kaderini şekillendiren o mümtaz karakterin sınanmak isteniyordur belki. Olası sana yaşlanmak nasip olacaktır. Eğer şanslıysan sorunu çözmüş olursun. Ama geç kalmış o yeni düşünce biçimine neden daha erken ulaşmadın diye kendine sakın kızma. En azından iyi bir şey olarak öleceksin. Hayatı tam kavramak iyi bir 'şeydir'. 

Ailem ile köyümüze gelmek için çıktığımız yolda bunları düşündüm. Şimdi ise; Samsun'da uyumak için ilk 1 saat yatakta soğuk yer arama gayretimi orada bıraktım., Gece üşüyerek yorgana sarılmanın ayrıcalığını yaşıyorum. Farklı bir dünyadayım. Ama güzel bir farklılık. 

YORUMLAR

16 Ağustos 2015, 22.17
Dalgınlığımdan dolayı ''Üyemiz bu yazısını yoruma kapatmıştır'' notuna sürpriz özne olma hâlim için herkesten anlayış bekliyorum. 
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın