gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

BROOKS WAS HERE!

18 Aralık 2015, 18.06
A- A+
       Karısını öldürmekle suçlanan Andy Dufresne Shawshank Hapishanesi'nde boşa geçen yılların hesabını bir şekilde birilerine ödetmeliydi,işlemediği bir suç yüzünden ESARET e mahkumdu ve bunun her ne kadar karşılamasa da bir BEDELİ olmalıydı.Andy yıllarını Hapishane'de geçirirken sağlam dostluklar edindi.Bu Dostlardan biride bir hayli yaşlı olan BROOKS idi,BROOKS neredeyse tüm ömrünü Hapishane'de geçirmek zorunda kalmıştı.Kütüphane'den sorumluydu,mahkumlara okunması gereken Kitap'lar konusunda yardımcı olup yol gösteriyordu,tavsiyler de bulunuyor ve bu tavsiyeler kabul+saygı görüyordu.Yaşamının büyük bir kısmını Hapishane'de de geçirse BROOKS orası için önemli bir figürdü ve bu önemi O'nu yaşama bağlayan tek etkendi.

       Bazen Özgürlüğün serbest kalmak olduğuna inanırız ve kısıtlanmadığımız anların peşinden koşarız,hepimiz hayatımızın belli dönemlerinde ''Kuş gibi özgür olmak'' lafını ya dillendirmişizdir ya da aklımızdan geçirmişizdir.Şartlı Tahliye olan BROOKS için de özgür olmak,dışarıya çıkmak o yaştan sonra bile bir ayrıcalık olabilirdi ama olamadı,dışarıda yapamadı, çünkü Özgür adı verdiğimiz ortamda önemli insan değildi,kimse O'na Kitap sormuyordu,tavsiye almıyordu,insanlara faydalı olduğunu,önemli olduğunu hissetirmiyordu.Kısaca O'nu yaşama bağlayan şey elinden alınmıştı, görece Özgür kalmasının ardından.Bu şekilde yaşamak tam anlamıyla kısıtlanmak idi BROOKS için ve kendince doğru olanı yaptı ''Brooks was here'' (Brooks buradaydı) yazısını kazıdı çakısı ile,hayata el salladı...

       Şimdi bu Adam ne anlattı ya da nereye bağlayacak konuyu diye düşünenleriniz olmuştur mutlaka.Efsane bir filmin içindeki 100 lerce hikayeden beni en çok etkileyeni paylaşmak istedim sadece.Hepimiz aslında birer BROOKS değil miyiz? Ve hepimiz en çok değer gördüğümüz,kendimizi önemli hissettiğimiz,birşeyler anlatıp kendimizi en verimli nitelendirdiğimiz yerleri Özgür Dünya olarak belirlemiyor muyuz? Önemli olan kendimizi en iyi hissettiğimiz yerde suni sebeplerden değilde gerçekten bize ait sağlam özelliklerden dolayı Özgür olmamız belkide,BROOKS gibi bir faydamız dokunuyorsa etrafımızdakilere evet gerçekten önemliyiz.Uzun lafın kısası nerede önemliysen en büyük yaşam alanın O ve orada Özgürsün...

       http://alkislarlayasiyorum.com/iceriksmile Resmi0082/brooks-was-here-the-shawshank-redemption-esaretin-bedeli

YORUMLAR

19 Aralık 2015, 00.07
defalarca izlemekten bıkmadığım tek film...gerçekten muthişti 
19 Aralık 2015, 00.57

İnanılmaz etkilendiğim bir filmdir. Ve de aklıma sıkça gelir. "Şimdi gidiyorsun, özgürsün".. Kuşlara yem verişi, otobüste seyahati, hayata tutunmaya çalışması, Jack i bekleyişi.... Artık yapamayacağını anladığı o an! Düşünüyorum da acaba seçim hakkı verilseydi, pes eder miydi? Yaşamaya mecbur kaldığı hayatta kendine özgürlük alanı oluşturması takdir edilecek bir şey. Kaç kişi bunu başarabilirdi bilemiyorum. Seçim hakkı verilseydi neler olurdu ..............ya da pes etmemeli miydi, bu ayrı bir blog konusu sanırım.....

Özgürlük, düşünüyorum da önemli olduğum yerde özgür müyüm??  Ailem ve ailemin getirdiği sorumluluk özgürlüğümü elimden alıyor ve getirisi karşısında sadece mutluluk yaşıyorum.Kendi namıma önceliklerim her zaman sorumluluklarım oldu. Huzuru bulduğum yerdeyim evet ama özgür değilim. Özgürlük mutluluk mu? -öyle ise ben özgürüm-,  yoksa sadece istediğini yapabilmek mi... Offf ne çok soru geliyor aklıma..... Cevap veriyorum hayır önemli olduğum yerde özgür değilim. Bu anlamda sana katılamıcam sevgili Trapper, suni sebepler edinecek kadar zamanım da yok aslında. Olmasını çok isterdim, fakat ne yazıktır ki her istenen olmuyor, tıpkı özgür olunamadığı gibi....

Özgürlük, istediğini yapabilmektir bence hayatın getirisi karşısında üzerine düşeni yapmak değil. Brooks, seni tanımış olsaydım çok severdim....... Senaryo.....
19 Aralık 2015, 20.03
ben de defalarca izledim hatırlattığın için tşkler vermek istediğin mesajı en güzel bu film ile bağdaştırabilirdin  ,  güzel düşünce , emeğine sağlık.
20 Aralık 2015, 20.21
Sinemaya verdiğin   önemi   ve   değeri , keşke herkes senin gibi  bilebilse   ne yazık ki değil.     Bu film'i  paylaşarak  ne  güzel   bir konuyu  ele  almışsın   paylaşımın için   teşekkür ederim .
Blog paylaşımının  devamını  dilerim lütfen  bizi  başka blogları  okumak  zorunda  bıraktırma :))


                                      E M E Ğ İ N E    S A Ğ L I K .
21 Aralık 2015, 15.22
                        Bayağı bir geç kalmışım bu filmi izlemekte. Senin blog aracılığı ile tanıştım ve dün gecemi onunla geçirdim. Çok etkileyiciydi evet. Bayağı da uzun bir filmdi ve gözümü kırpmadan, kulaklarımı açarak, türlü çeşit his değişimiyle izledim.Dediğin gibi, içinde her biri ayrı ayrı düşünülecek hikayeler var. Blogla alakalı kısmı, yani özgürlük konusunda kafamdakileri toparlayabilirim umarım. "Kendini önemli hissettiğin yer" doğru evet de, benim için bunun bir de detayı var; elbette bulunduğumuz ortamlarda, birilerine yardımcı olmak, bir işe yaramak kendin için iç huzuru ve ötekiler için önemini sağlıyor ancak burada, diğer kişilerle sağladığın önemli olma önceliği değil kendine verdiğin huzuru hissetmekle alakalı bir detay bu. Bu konuyu sevgili İzem'in yaptığı yorumu okuyunca düşündüm. İzem'cim, bir yandan "mutluyum" diyebiliyorken diğer yandan "İstediğimi yapamıyorum." diyerek kafasındaki soruların huzursuzluğunu yaşıyor. Özgürlük, bence masalsı bir kavram. Her istediğimizi yapabilmenin özgürlük olduğunu düşünmüyorum ben. Şu meşhur, "dağ başına kaçabilmek" isteği gibi örneğin. Dağ başı hiç bir halta yaramaz.Çok net ve güçlü bir ironi var; özgürlüğü sınırsız yaşayabildiğimiz, istediğimizi istediğimiz gibi şekillendirdiğimiz, yön verdiğimiz, gittiğimiz, gördüğümüz, hissettiğimiz tek ama tek alan hayal gücümüzün beslediği kafamızın içi, düşüncelerimiz. Ama biliyoruz ki, yine aynı kafaların bir diğer yanı, çevre ile, toplumsal nedenlerle, sevgi ile, vicdan ile, korkularla, endişelerle, ileri planlarla vs., çeşitli duygularla eklediği halkalardan oluşan zincirlerle kendimizi kısıtlıyor, her birimiz kendi hapishanelerimizi yaratıyoruz. Eminim, özgür olduğunu varsayarak öykündüğümüz kuşlarda bile var aynı durum... E o zaman? O zaman minimum fayda.:)Adam (Brooks), 50 yılını, bir ömrü tüketmiş orada. Bir düzen oluşturup o düzende huzur bulmuş. Özgür müydü orada? Bence evet. Dışarısı artık onun hapishanesi olmuş. Filmin başında, ilk kez hapishaneye giren şişman adam, gece ağladı yalvardı "Ben buraya ait değilim." diye ve gardiyan dayağı ile öldürüldü kurtuldu. Aynı biçimde, Brooks da dış dünyaya ait hissetmediği için kendini öldürdü. Aynı nedenler yani; önemli olan kendini, kendini yakıştırdığın ya zorunlu olarak yakıştırıldığın, kendine biçtiğin o ait olduğun yerde hissedebilmek, olabilmek bence. Gerisi masal... Bence o hapishanede en mahkum kişi, özgürlüğü hiç olmayan kişi, astığı astık, kestiği kestik hapishane müdürüydü. O vicdan(sızlık) mahkumuydu zira, en kötüsü buydu ve yine bence kendini öldürüp yok ederek kavuştu özgürlüğe...Filmde, beni en etkileyen sahnelerin başında, Andy'nin, tüm mahkumlara müzik dinlettiği sahneydi; Mahkumların tek tek yüz ifadelerine dikkatle baktım; hiç biri o anlarda hapishanede değildi, hepsi bir yerlere, istedikleri yerlere gitmişti. Müthişti. Ve Andy'nin, günler süren hücre cezasını, dayağı, olabileceği en rahat şartlarını feda edecek şekilde göze almışlığının, istediğini yapma azminin yüzüne yansıttığı huzur, keyif, alaysı ifadesi... Şahaneydi. Daha sonra, hücreden çıkınca yemekhanede arkadaşlarıyla yaptığı konuşma; "Hücre kolaydı, müzik dinledim." diyince hayrete düşen arkadaşlarının "Nasıl?" sorusuna beden dili eşliğinde verdiği yanıt  da tam kafamdaki özgürlük kavramıyla çakışıyordu: "(Kafasını göstererek) Burayla ve (Kalbini göstererek) burayla." Özgürlüğün en kısa ve net açıklamasıydı bence. Neyse ki film, her şeye karşın Andy'nin istediğini yaptığına şahit olarak bitti. O rahatlamayla saçma sapan bir soru takıldı kafama, komik, alakasız bir soru: Andy, kaçarken kullandığı tünelin başına koyduğu ("Vallahi benim aklıma gelmişti":))) taa Rita Hayworth, Marilyn Monroe posterlerinden beri.) Raquel Welch posterini nasıl şekli bozulmadan geri yerleştirdi? :))) "Yuh!" dedim kendime, "kala kala bu soru mu kaldı?" Ama düşünce işte; istediğim, beğendiğim sonucu görünce kayıverdi sulandırmaya.:) Ama hakikaten, minicik çekiçle tünel kazmak azmin işi de o posteri nasıl yerli yerine koydu ya?:)) Sonuçta bir ufak taşla yırtılacak kadar inceydi kağıt. Ciddi, ciddi düşündüm bunu ve "Akıllı adamdı canım, poster ardına bir tutma yeri falan yapmıştır." diyerek savdım soruyu kafamdan.:)Güzeldi güzel. Amanın ne uzun yazmışım yine. Ne yapalım film uzun konu dallı budaklıydı.:) Üzerine daha pek çok şey konuşulabilir. Hiç kimse vicdan mahkumu olmasın ve düşünceleriyle, kalpleriyle sınırsız özgürlüklere koşabilecek kadar hayal gücüne sahip olsun dileklerimle sonlandırayım artık en iyisi.Filmi tanıtıp izleme şansına sahip olmamı sağladığın için çok teşekkürler canım ve tabii ki sevgiler.
21 Aralık 2015, 17.38
Bu filmi gamyuna uyarlamak geldi aklıma. Gerçek hayatta kendini önemli hissetmiyorken kimse sana bakmıyorken görmüyorken sanal bir sitede bir salon alıyorsun ya da op oluyorsun ve kendini önemli biri gibi hissediyorsun.bilgisayarı kapattıgın an herşey bitiyor gerçeğe dönüyorsun ve zaman geçtikçe bilgisayarda kalma saatlerin artıyor.gerçek hayatın sanal, sanal hayatın gerçek oluyor.
herkes üstüne alınmasın istisnalar kaideyi bozmaz:)
24 Aralık 2015, 13.01
Bloğu pek beğenmedim işin gerçeği. Sanki bugün bir blog yazılmalı diyip konuyu sonra düşünmüşsün gibi.
Belirttiğin film çok güzeldir çocukluğumdan beri kaç kere izledim hatırlamam. Fakat filmin alıntıladığın brooks buradaydı hayali bir sahne yerine halvdan buradaydı yazsan daha manidar ve genel kültür aşılayıcı olabilirdi.
İki binli yılların ortalarına İlk İstanbul ve Ayasofya maceramda okumuş oldukça etkilenmiş ve hakkında hiçbir şey bulamayıp beni düşler alemine iten bir yazıdır.
Bilmeyenler için; http://lmgtfy.com/?q=Ayasofya%27da+Viking+yaz%C4%B1s%C4%B1#
27 Aralık 2015, 08.11
Filmin içeriği değil de, izlediğiniz filmin öyküsü hakkında size ilginç bir kaç bilgi vereyim.
Bu filmin çevirisini, yönetmenliğini ben yaptım. İçinde de önemli bir rolü konuştum.
Tabi hangi versiyon bilemem, benden sonra birkaç defa daha çevrilmiş, konuşulmuş olabilir. Hatta mutlaka öyledir.
Benim yaptığımla ilgili birkaç ilginç biilgi vermemi ister misiniz?
İlk başta Morgan Freeman'ı Nüvit Candaner'e konuşturdum. Neden yaptığını bilmiyorum, anlam da verememiştim ama cebine cebine konuşmuştu. Cebine konuşmak, sesini mikrofondan kaçırmaktır. Duyulmasını engellemektir. Benden intikam alamk içni yapmış olsa da, filmdekinin kendi sesi olduğunun farkında değildi herhalde.
Ben bitirip teslim ettim, tabi arada bir sürü itiş kakış olmuştu. Konuşuyorum demişti arada, sesim çıkıyor işte ya demişti.
Sonuç film tam bir fiyasko olmuştu. O günlerde pek de dizi furyası olmadığı için filmler televizyonlar için çok önemliydi. Neyse o versiyon öyle geçip gitti.
Tim Robins her zaman olduğu gibi Yekta Kopan'ındı.  Ve o her zaman olduğu gibi muhteşem bir performans sergiledi.
Daha sonraki kayıtta Morgan Freeman gerçek sahibine Nur Subaşı'na gitti. Yani namı diğer Nur Baba'ya. Tim Robins bir kez daha Yekta Kopan'dı. Size bir ses daha tanıdık geldi mi? Ayı Yogi'yi bilirsiniz değil mi? Bülent Yıldıran da o filmde konuşmuştu.  Çok da başarılıydı. Sontra nedense Ankaraya dönmeye karar verdi. O günlerde dublaj çok daha keyifliydi. Hatta çok daha önemliydi. İnsanlar çok daha iyi paralar kazanıyor çok daha fazla saygı görüyordu. Bir de bu gözle izleyin lütfen. Dublaj filmleri boyamaksa, en azından birinde güzel ve hakkınca boyamayı başardık sanırım. 
Hangi versiyonu izliyorsunuz bilemem, ama bu filmin Türkiye'deki tarihinde böyle bir şey var işte.
28 Aralık 2015, 11.21
       Dublaj konusunda Dünya sıralamasında klasmanın üstlerinde olduğumuz bir gerçek ve ne kadar zor bir iş olduğunu kısacık bir deneyim ile öğrenme şansım olmuştu:) O deneyimin ardından dublaj sanatçılarına hayranlığım daha da artmıştı.O duyguyu aynen izleyiciye aktarmak,senkronu yakalamak ciddi emek ve kabiliyet istiyor.Genelde bu tür efsane filmleri orjinal halleri ile izlemeyi tercih ediyorum daha sonra dublajlı versiyonlarını tekrar tekrar izliyorum.Örneğin Nur Subaşı sektörünüzün efsanesidir ve Morgan Freeman başkası tarafından seslendirildiğinde iğreti durur.Rahmetli Alev Sezer Bruce Willlis'e hayat vermiştir ve kulaklarımıza bu şekilde yer etmiştir ve daha sonraki Bruce Willis sesleri birçoğumuzu tatmin etmemiştir.Jack Nicholson Nüvit Candener ile Mel Gibson Ateş Akyılmaz ile Kevin Kostner Sungun Babacan ile seslendirildiğinde o filmden aldığımız keyif katlanır,bu konuda bir çok kişi gibi ben de gelenekselim sanırım:) Yine Bayan seslendirme sanatçıları arasında Kim Basinger'i seslendiren Figen Sumeli belki isim olarak bilinmez ama ses hafızalara kazınmıştır.Bu konuya ilgili arkadaşlar için ''Sesin Ruhu'' Belgeselini tavsiye ederim ve bu sektörü ülkemizde ileri taşıyan Hakan gibi arkadaşlara da teşekkür ederim.
29 Aralık 2015, 17.38
Harika bir filmdi. Hayallerinde bile kendini kasan biri olarak, ne kadar özgürüm...
31 Aralık 2015, 13.54
Trapper acaba bu düşüncelerinden hareketle özgürlüğü şöyle özetleyebilir miyiz? 
Özgürlük kendin olabilmektir ve kendin olarak kabul görmek.
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın